top of page
Yazarın fotoğrafıBerkay Zihni

BİREYSEL HİKAYELER ÜZERİNDEN İŞÇİ SINIFINI GÖZETMEK: RIFF-RAFF İNCELEMESİ

Social Realism akımının öncülerinden ve toplumsal problemleri bireylerin kişisel hikâyeleri üzerinden anlatmayı en iyi beceren yönetmenlerden biri olan Ken Loach, 1991 yapımı Riff-Raff filminde bir inşaat işçisi olarak çalışan Stevie’nin ve profesyonel bir şarkıcı olmayı hedefleyen Susan’ın hayatlarını odak noktasına alıyor. Geçimsizlik ve hayallerini gerçekleştirememe gibi dertlerle boğuşan bu iki karakterin hikâyelerinin kesiştiği noktada usta yönetmen izleyiciye işçilerin zor yaşam koşullarına mahkûm edilmesi, birçok çalışma alanında iş güvenliğinin sağlanmaması ve emeğin yerini saf yeteneğin alması gibi önemli toplumsal sorunları sade bir dille sunuyor.



Basit gözüken anlatımı ve kurgusu ile film, seyirciye olağandışı bir hikâye sunmuyor olsa bile toplumsal sorunları, özellikle işçi sınıfının ve “alt tabaka” olarak nitelendirilen kesimin sıkıntılarını, görmezden gelenlerin gözüne sokarcasına irdeliyor. Bu sorunların başında işçi sınıfının adeta aşağılayıcı şartlar altında hayatlarını idame ettirmek zorunda olmaları geliyor. Hapisten yeni çıkmış olduğu için kalacak bir yere ihtiyaç duyan Stevie’nin yıkık dökük bir evde barınmak zorunda kalması bu durumun en net örneği. Filmin bu noktasında usta yönetmen Ken Loach, Stevie’nin bireysel hikâyesini tasvir ediyor gibi gözükebilir ancak izleyici olarak biz de bu hikâye içinde yaşadığımız toplumdan bir şeyler buluyor ve bireysel olarak deneyimlememiş olsak bile işçi sınıfının yaşadığı sıkıntıları anlayabiliyoruz. Kısacası Stevie’nin bireysel hikâyesi ile beraber biz de toplumsal gerçeklerin farkına varıyoruz.



İşçi sınıfının yaşadığı zorluklara çalışma alanlarında iş güvenliğinin yeterli olmaması eklenmezse olmaz. Nitekim filmdeki en çarpıcı sahnelerden biri Stevie’nin bir iş kazasında arkadaşının ölümüne tanıklık etmesi. Hatta bu olayda Stevie sadece iş arkadaşının ölümüne şahit olmakla kalmıyor; onu kurtarmaya çalışıyor ancak başarısız oluyor. Böyle bir olayın herhangi bir insanın üzerinde travma etkisi yaratacağı tartışmasız. İşte tam da bu noktada Stevie’nin yerine kendimizi koyup kapitalist yeni dünya düzeninde işçi sınıfının kendi hayatları üzerinde bile söz hakkı olmadığını, binanın tepesinden düşmek üzere olan arkadaşlarını kurtarmak için ellerinden bir şey gelmediğini ve hayatta kalıp kalmayacaklarına tanrısal bir güç edası ile sistemin karar verdiğini görüyoruz. Film bu sahne ile mikro düzeyde iş güvenliğinin önemine vurgu yaparken, makro düzeyde küçük kârlar elde etmek için insanların hayatlarını hiçe sayan patronların ve kapitalist sistemin eleştirisini ortaya koyuyor.


Yine aynı sahnede dikkat çeken noktalardan birisi de iş kazası sonucu düşerek ölen işçinin aslında Afrika göçmeni olması. Daha önceki sahnelerde bu göçmen işçinin Afrika’ya gitmek ve orada yaşamak istediğini dile getirdiğini görüyoruz. Hayallerini gerçekleştiremeden, sistemin çıkarları uğruna ölen bu göçmen işçinin hikâyesi üzerinden Ken Loach yine İngiltere’nin politik sorunlarına göndermede bulunuyor. Burada usta yönetmenin sunduğu eleştiri İngiltere’nin göçmen politikasına yöneltilebilir, ancak unutulmamalı ki hemen hemen her filminde olduğu gibi, Loach olayları yerel bağlamda sunsa da verdiği mesajlar her zaman evrensel bir nitelik taşıyor. Dünyanın birçok yerinde, birbirinden uzak noktalarda bulunan birçok ülkede göçmen politikaları ile hükümetler göçmenleri baskı altına alıyor ve özellikle göçmen işçileri zor koşullarda çalışmaya itiyor. Filmde de gördüğümüz üzere göçmen işçiler çoğu zaman düşük ücretler için iş güvenliği olmadan, her an hayatlarını riske atarak çalışıyorlar ve bu onlar için bir seçenek değil; muhtemelen hiçbir zaman gerçekleştiremeyecekleri hayallerinin peşinden gitmek adına yerine getirmeleri gereken bir zorunluluk.



Öte yandan, ana karakterlerden biri olan Susan’ın hikâyesine değinmekte fayda var. Susan, profesyonel bir şarkıcı olmak için çabalayan ancak görünürde bu iş için pek de yeteneği olmayan bir karakter. Bir barda şarkı söylerken yuhalandığı sahneden bu çıkarımı rahatlıkla yapabiliyoruz. Her ne kadar şarkıcı olmak Susan için ideal iş değilmiş gibi gözükse de Stevie’nin desteği ile Susan hayallerinin peşinden gidiyor ve asla pes etmiyor. Bu durum, Susan’ın solist olmak adına seçmelere katılması ile nispeten son buluyor. Seçmelerde jürinin Susan ile açık bir şekilde alay etmesine dayanamayan Stevie, onların yanına gidip bir nevi zor kullanarak Susan’ı alkışlamalarını sağlıyor. Sonuç olarak, Susan’ın pes etmeyip hayallerinin peşinden koşmasının bu düzen içinde pek bir anlam ifade etmediğini, çabalarının üst kesimde bulunan otoriteler için sadece bir alay konusu olduğunu ve onu takdir eden tek kesimin yine onun gibi alt tabakada bulunup kendi emeği ile bir yerlere gelmeye çalışan insanlardan oluştuğunu görüyoruz. Bu bağlamda, kapitalist sistem içerisinde emeğin yerini saf yeteneğin aldığını, hatta bir sonuca varmadığı veya bir ürün ortaya koymadığı takdirde emeğin tamamen görmezden gelindiğini söylemek mümkün. Nitekim yeteneği olmadığı için verdiği emeğin de yok sayılmasına tepki göstermekten çekinen Susan’ın bulunduğu durum sistemin yozlaşmış yapısını gözler önüne seriyor. Jüri üyelerini alkışlamaları için zorlayan Stevie ise üstten bakan bir otoritenin varlığını hiçe sayarak, emeği görmezden gelen bu sisteme karşı çıkacak ve en nihayetinde onu alt edebilecek yegâne gücün proletaryada olduğunun mesajını veriyor.


Stevie ile Susan arasındaki dayanışmanın filmin belli noktalarında kırıldığını görüyoruz. Aslında film temelinde Stevie ile Susan arasındaki bu çarpık ilişkiye dayanıyor ve zamanı geldiğinde bu ilişkinin sonuna noktayı koymasını biliyor. Bunu filmin sonunda, Susan’ı uyuşturucu kullanırken yakalayan Stevie’nin aynı zamanda kendi geçmişi ile yüzleştiği sahnede görüyoruz. Geçmişinden kurtulmaya çalışan ama bunu bir türlü başaramayan Stevie, Susan ile ilişkisini sonlandırmak zorunda kalması ve iş arkadaşının ölümüne tanık olması ile kendini psikolojik olarak uçurumun kenarında buluyor. Son raddeye gelmiş olmanın rahatlığı ile Stevie’nin çalıştığı iş yerini benzin dökerek yaktığını görüyoruz. Filmi noktalayan bu sahne, bireysel düzlemde Stevie’nin geçmişine ve bir türlü gerçekleştiremediği hayallerine olan tepkisini gösterirken, toplumsal düzlemde proletaryanın kapitalist sisteme karşı başkaldırısı olarak okunabilir.


En kısa tanımı ile Riff-Raff, diğer filmlerinde de olduğu gibi, bireysel hikâyeleri kendisine temel olarak alıp toplumsal sorunlara değinmekten asla tereddüt etmeyen usta yönetmen Ken Loach’un spesifik olarak işçi sınıfının sıkıntılarına vurgu yapan, kurgu bakımından basit gözükse de anlatmak istedikleri açısından çok değerli bir film.


146 görüntüleme

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page