Tolga Karaçelik’in ikinci uzun metrajlı filmi olan Sarmaşık; izleyiciyi deliliğin kıyısında gezdiren, çok katmanlı anlatıya sahip cesur bir film. İki yıllık uzun bir yazım ve tasarım sürecinden geçen film, temelde çok sağlam bir psikolojik korku filmi. Ülkemizde çok örneğini görmememizden olacak ki yönetmen başta hiç destek bulamamış ve komik rakamlarla filmi çekmek zorunda kalmış. Muhtemelen bu zorlu sürecin getirisiyle hikaye, politik bir alt metne sahip. Bir yandan modern korkunun tüm doğrularını uygulayan başarılı bir gerilim filmi. Öte yandan sağlam bir toplum alegorisiyle düşündüren bir film.
İlk olarak filmin hikayesine ve hikayeyi başarılı kılan yönetmen tercihlerine bakalım. Film kabataslak 3 kısımdan oluşuyor. Hikayenin merkezindeki karakterlere hayatlarından kısa bir kesitle merhaba dedikten sonra ilk kısım başlıyor. Yaklaşık 20 dakika süren bu kısım, hem karakterleri tanımamız için gereken kritik noktaları hem de daha sonra çok da değinilmeyecek arka plan hikayelerini içeriyor. Hikayemizde 6 karakter var. İlki geminin kaptanı, mutlak ve tek otoritesi Beybaba (Osman Alkaş). Kıdemli gemici, aynı zamanda sağlam bir dindar olan İsmail (Kadir Çermik). Geminin aşçısı, etliye sütlüye karışmayan, herkesle iyi geçinmeye çalışan ve maddi sıkıntıda olan Nadir (Hakan Karsak). Geminin acemileri, daha önce çalıştıkları işlerde problem çıktığı için gemiye düşen Cenk (Nadir Sarıbacak) ve Alper (Özgür Emre Yıldırım). Bir de Kürt (Seyithan Özdemir).
Sağlam ve gerçekçi tasarımlarıyla karakterler, henüz ilk kısımdan izleyiciyi de geminin içine çekiyor. Tüm karakterler maddi yüklerinden dolayı gemide. Bu maddi yükleri üstüne bir de çalışanların maaşlarının 2 aydır yatmadığını ve geminin sahibi olan armatörün sıkıntıda olduğunu öğreniyoruz. Hayatın yükü ve stresiyle boğuşan bu karakterlerimiz armatörün batmasıyla gemide mahsur kalıyor.
Tüm çatışmalar karakterlerin mahsur kaldıkları ikinci kısım ile başlıyor. Kaptan Beybaba, tekinsiz görünen Cenk ve Alper’e güvenmediği için İsmail ve Nadir’e yetki, bir başka deyişle güç, veriyor. Anahtarları ve komutayı İsmail’e, mutfağı ve istihbaratı da Nadir’e teslim ediyor. Baştan bu güvensiz tutumuyla, zaten zıt olan karakterleri birbirine karşı kışkırtıyor. Tabi güçle beraber yozlaşmalar da başlıyor. Geminin monoton yaşamında eğlenmeye çalışan Cenk ve Alper, bir gece çok içip İsmail’i uyutmayınca İsmail otoritesini kızarak gösteriyor. Sonraki günün sabahında da ikiliye daha kahvaltı yaptırmadan ağır iş yüklüyor. Tüm bunları Beybaba’nın emri diye anlatıyor. Sağduyulu olan Alper işleri alttan alsa da daha dobra ve dik kafalı olan Cenk bir noktada patlıyor. İsmail ile girdikleri ufak tartışmada okkalı bir küfür yiyince film boyu kapanmayacak bir yara açılıyor gemide.
Burada ufak bir parantez oyunculuklara ve yönetmene açmak istiyorum. Özellikle modern korku/gerilim filmlerinde anlatıyı güçlendiren önemli sınavların hepsinden geçiyor film. Başta Nadir Sarıbacak olmak üzere her oyuncu mükemmel oynuyor. Geminin ıssızlığını, soğukluğunu her bir karede yaşıyoruz. Genelde tercih edilen tek nokta çekiminin yerini, adrenalinin yükseldiği anlarda dinamik kameraya bırakmasıyla her bir sahneyi resmen yaşıyoruz. Kaliteli sinematografi ışığında izlediğimiz olağan çatışmaların gerilimine karakterlerle beraber kapılıyoruz.
Kişisel hayatlarından gelen stresle zaten bunalan karakterler, bir de güvensiz, izole bir ortamda çatışmaya başlayınca deliliğin boyutları kademe kademe artıyor. Cenk ve İsmail’in büyüyen tartışmaları, Beybaba’nın delirip tutarsızlıklarıyla hem Nadir’e hem İsmail’e uyguladığı baskı ve tayfanın kalanlarını önemsemeyişi, Nadir ve Alper’in orta yolu bulma çabası... Bir çok çatışma izliyoruz film boyu. Tüm bunlar olurken karakterlerden biri tek bir cümle dahi kurmuyor: Kürt sadece işini yapıyor ve tansiyon yükselince tarafları ayırmaya çalışıyor. Kürt’ün bu tutumundan rahatsız olan Cenk, bir gece yarısı güvertede Kürt ile tartışıyor. Tartışmayı gizlice takip eden Nadir’in dikkatinin dağılmasıyla beraber bir ses duyuyoruz. Geri döndüğünde Cenk’in telaşla denize baktığını ve Kürt’ün ortalıkta olmadığını görüyoruz. Delilik ve paranoyalar bu olaydan sonra durdurulamaz hale geliyor.
Beybaba sonraki gün kahvaltıda bir sucuk yüzünden tüm tayfaya patlıyor. Hakaretler ve küfürler uçuşurken bir de yetmiyor Cenk’i iyice rencide ediyor. Tüm bunlar olurken Kürt orda değil diye endişelenmek yerine daha da kızıyor. Rencide edilen Cenk ise Beybaba’nın arkasından fırlattığı çekiçle başkaldırının ilk adımını atıyor. Bu olaylardan sonra tayfadaki herkes Kürt’ün ıslak hayaletini görmeye başlıyor. Herkesin günler geçtikçe artan paranoyası artık taşma noktasına geliyor. Tartışmalarda tehditler savuran Cenk, bir gece İsmail’in arkasından saldırıyor ve çekiçle kafasını yarıyor. Kan yerine sarmaşıklar çıktığını ve geminin her yanını sardığını görüyoruz. Buna şahit olan Nadir artık dayanamıyor ve o da kollarını keserek intihar etmeye çalışıyor. Bu sahnede de aynı şekilde kan yerine sarmaşıkların çıktığını görüyoruz.
Tüm bunlar yaşandıktan bir süre sonra gelen Alper, koştura koştura herkese yardım etmeye çalışıyor. Bir yandan kamarada düzinelerce salyangozun arasında deliliğinin doruğuna ulaşan Cenk’i, öte yandan sarmaşıkların arasında koşuşturup yardım etmeye çalışan Alper’i görüyoruz. Tüm bu olaylar olurken Beybaba hala kamarada ve hiçbir şeyi önemsemiyor. Bir anda sahnenin kesilmesiyle deliliğin doruğundan birden iniyoruz. Sonraki sahnede hem İsmail’in hem de Nadir’in kurtulduğunu görüyoruz. Sakinleşen Cenk ve Alper’in yanına kamaraya gidiyorlar. Cenk’in birden İsmail’e “Beybabanın anahtarı sende mi?” sorusuyla bakışmaları ve Cem Karaca’nın Deniz Üstü Köpürür türküsüyle filmimiz kapanıyor.
Senaryonun açık bırakılan kısımları ve metaforlar, alt metinde değineceğimiz siyasi anlatıyla bir anlam kazanıyor. Sırasıyla her karaktere tekrar bakacak olursak, her birinin toplumun bir kesimini temsil ettiğini söyleyebiliriz. Beybaba baskıcı, otoriter ve dengesiz hükümeti temsil ediyor. Kendince, bulundukları bu burhanı; doğru bildiği şekilde idare etmeye çalışırken her şeyi yüzüne gözüne bulaştırıyor. İsmail siyasal İslamcı kesimi temsil ediyor. Kraldan çok kralcılık yaparak elindeki gücü kötüye kullanmaktan çekinmiyor. Cenk anarşik, dik başlı solcu kesimi temsil ediyor. Yer yer haklıyken haksız duruma düşüyor. Kimi zaman bilinçsiz davranışı en büyük zarara yol açıyor. Alper daha sağduyulu, çözüm odaklı muhalif kesimi temsil ediyor. Cenk’in aksine her zaman uzlaşma derdinde. Son olarak Kürt ise toplumdaki ezilenlerin temsili. Ölene kadar ne bir önemi var ne de değeri.
Tüm bunların ışığında Sarmaşık filminin genel anlatısı bir anlama kavuşuyor. Yıllarca süregelen politik ve sosyal yapı, böyle bir alegoriyle ele alınınca bulunduğumuz durumu görmek daha kolay oluyor. İçinde bulunduğumuz nefret iklimi, bizden olmayana duyduğumuz kin, ekonomik problemlerden doğan bireylerin iç burhanı... Tüm bunlar filmde de toplumda da iletişimimizi yok eden unsurlar. Tepeden gelen paranoya sarmaşık gibi zihnimizi sarıyor. Kimimizi güçle zehirleyip yanına çekiyor, kimimizi topluma aykırı ilan edip düşman gösteriyor. Sonucunda tek istediği şey ise oluşturduğu nefret iklimini canlı tutup asıl sorunu unutturmak. Bu düşmanlıkla akıttığımız her kan da zihnimizdeki sarmaşığın bir eseri. Döküldükçe etrafı saracak, zihnimiz gibi toplumu da yozlaştıracak.
Bireysel ilişkiler göz önünde bulundurularak değerlendirildiğinde absürt kaçan olay örgüsü, bu bakış açısını kazandığında izleyiciyi sarsıyor. Sarmaşık ve salyangoz da bu anlatıyı güçlendiren vurucu metaforlar. Filmin, ucu açık kalan finali de etkileyici bir anlam kazanıyor. Film yayınlandığı günden bu yana her şey daha kötü oldu. İçinde bulunduğumuz bu kaotik döngünün sonu yok gibi gözüküyor. Ama unutulmaması gerekir ki en büyük düşman umutsuzluktur. Ve ne yaşanırsa yaşansın kontrol her zaman toplumda yani bizdedir. Sadece anahtarın kimde olduğunu hatırlamamız gerek...
Kommentit