top of page
Işılay Kolik

BODIES BODIES BODIES: #METOO ARDINDAN SINEMADA SLASHER FİMLERİNİN KONUMU


2017 yılında Cat Person öyküsüyle korku edebiyatında adını duyuran ve Türkiye’de Bunu Sen De İstiyorsun adlı öykü derlemesiyle tanınan Kristen Roupenian’ın kaleminden çıkan Bodies Bodies Bodies, oldukça kaotik bir enerjiyle kendini köpürten bir film. Kendini köpürten ve sabun köpüğü gibi sönen bir film demek çok doğru olur, çünkü her ne kadar kayda değer bir mizah anlayışıyla ve orijinalliği ile öne çıksa da, kalıcı bir etki yaratıp yaratmadığı şüpheli. 

The Good Guy, Cat Person ve Death Wish öykülerinde de yarattığı o oldukça fevri ve arı kovanına çomak sokan tavrıyla Roupenian, bu filmde de tarzını açıkça gösteriyor. #metoo hareketinin hız kazandığı ilk dönemde Cat Person öyküsüyle infial yaratan yazar bunu, toplum içinde konuşulurken bile üstüne iki kez düşünülen konularla oynayıp, cesurca eğip bükerek başarmıştı. Flört şiddeti, mental rahatsızlıklar, istismar gibi mayın döşeli konularda kimi zaman mağdurun kimi zaman da müştekinin dilinden okuyucuya seslenerek provokatif bir dil yaratmıştı. Bodies Bodies Bodies’de de bunu hedeflediği anlaşılıyor.

Bodies Bodies Bodies’in en güçlü tarafı yazarlığı, çünkü Roupenian yaşadığı iklimin farklı köşelerine hakim biri olarak dört başı mamur bir hikaye yazabildiğini gösteriyor. Karakterler üstünden modern internet çağının iç şakalarına ve dinamiğine samimi bir tonla yaklaşırken, kullandığı temalar ile de slasher sinema klasiklerine aşina olduğu rahatlıkla anlaşılıyor. Roupenian yalnızca “z kuşağını anlamak” gibi içi boşaltılmış bir hedefe kendini adamadan, kendi estetik tercihlerini kullanarak, kendi öykücülüğünde yarattığı miti filmde de devam ettiriyor.


Ayrıcalıklı, hazcı ve kendi iç dinamiklerinde pek çok sıkıntı barındıran bir arkadaş grubunun “katil kim?” oynamaya karar vermesiyle başlayan film, devamında işlenen cinayetle gerçekten bir katil bulma macerasına dönüşüyor.Karakterlerin hiçbiri tam anlamıyla sevilebilir veyahut hedef gösterilebilir değil, bu yüzden parmakla bir suçluyu işaret edip “her şeyin sebebi sensin” ya da “en günahsız olan sensin” deme hakkı izleyicinin elinden alınıyor. Böylece film, başından beri izleyiciye de bir taraf tutma fırsatı tanımıyor.


Mağdurun beyanına verdiğimiz önemi tartıştığımız, idol ve dostlarımızın dahi taciz ifşa metinlerini okuyabildiğimiz bir iklimde Bodies Bodies Bodies, aslında kimin sözüne güvenmemiz gerektiğiyle ilgili bir satire imza atıyor. Aralarındaki katili bulmaya çalışırken yaşadıkları bir yüzleşme sekansında karakterler sırayla neden kendilerine güvenmemiz gerektiğini sıralarken bir ayrıcalıksızlık olimpiyatı* başlatıyorlar. Suçlanana kadar birbirlerini pek de umursamayan bu arkadaşlar,sonrasında kendilerini aklayabilmek adına mental hastalık geçmişlerini, travmalarını, sözde kalp kırıklıklarını ortaya dökmeye başlıyor. 

Örneğin Alice (Rachel Sennott), diğer arkadaşlarını kendi masumiyetine inandırmak isterken hayatının çok zor olduğunu çünkü yeme bozukluklarıyla uğraştığını ve podcast kaydetmeye çalıştığını söylüyor. Bu cümleyi ayrıcalıksızlık olimpiyatı kavramıyla eşleştirmenin sebebi aslında Alice karakterinin iddia ettiği ölçüde sorunları olmaması, esasında yaptığı şeyin kendine ait olmayan etiketleri sahiplenip acıları ve problemleri birbirleriyle yarıştırmaya çalışması. Bu yaratılmış kimliğinin ve tüm “mental sağlık önemlidir” sloganlarının içinin boş olduğunu da başı sıkıştığı ilk anda Bee’nin (Mariya Bakalova) mental hastalıklarını ve yetiştirilme şeklini işaret ederek suçlamaya çalıştığında görüyoruz. Kısacası Alice, her ne kadar queer friendly, mental sağlık konusunda duyarlı ve anlaşmaya açık biri portresi çizse de, onun da tüm tahammülü kendi bağnazlığı ve hataları işaret edilene kadar. İşte tam bu noktada, Roupenian’ın öykülerinde de bir jonglör gibi elinde döndürdüğü kavramları görüyoruz: kime, neden, hangi şartlarda güvenmeli?

Bodies Bodies Bodies, slasher evreninde gece boyu kan dökülüp sözler bozulurken, izlediğimiz tek habis hedef katilin ölüm arzusu değil. Bir yandan da bu arkadaş grubunun kendi içinde başlattığı cadı avıyla birbirlerinin sosyal ölümünü gerçekleştirme arzusu. Film boyunca hem ekonomik hem de sosyal olarak ayrıcalıksız bir konumda olan, yardıma ve dinlenmeye asıl ihtiyacı olan kişi Bee iken, bu ayrıcalıklı ve üst-orta sınıf kökenli gençler bir an olsun bile Bee’nin iyilik halini düşünmeden kendilerini kurtarabilmek adına suçlamalarını onun üstünden yapıyorlar. 

Sahiplendikleri, hatta çaldıkları etiketleri umarsızca kullanan bu gençlerin, bu etiketlerin gerçek anlamda bir insanda oluş hallerini Bee’de görünce içselleştirdikleri kadın düşmanlıklarını, mental rahatsızlıkları stigmatize edişlerini ve tolerans düşüklüklerini görüyoruz. Altını çizmekte yarar var, Bodies Bodies Bodies bu temayı çiğ bir “woke kültür eleştirisi” tadında uygulamıyor. Onun yapmaya çalıştığı eleştiri, bir temayı ya da grubu sözde korumak ve desteklemek adı altında nasıl da asıl anlamını deşip çaldığımız üstüne. Ki bu yaklaşımıyla da Jordan Peele’den Get Out filmini hatırlatıyor. 

Ancak Bodies Bodies Bodies’in Get Out’tan farkı, kalıcılık formülünde. Zamanının ruhunu tam anlamıyla yakalayan bu filmin, üstünden birkaç sene geçtiğinde bile ne kadar hatırlanıyor olacağı oldukça şüpheli. Good-for-her cinematic universe ve feminist slasher genre adına mühim bir adım olsa da, adını bu türün altına altın harflerle yazdıracak kadar ön plana çıkacak bir iş değil.

Son tahlilde Bodies Bodies Bodies, tam bir kalıcılığa ulaşamayacak olsa da, oldukça şakacı ve sahici bir dönem eleştirisini slasher film formatıyla sunan bir yapım olarak kendi türündeki bakmaya değer filmlerden biri olarak kalacak.

*oppression olympics: Roxane Gay’in Bad Feminist essay koleksiyonunda kullandığı bir adlandırma





218 görüntüleme

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page