‘'Sessiz' bir tavırla Türkiye'nin tarihi boyunca süregelen azınlık sorununa, bu azınlığın temsilcisi bir kadının başkaldırısına yoğunlaşan kısa film Be Deng, insanı en basit haliyle ele alarak izleyeni samimiyetiyle etkiliyor.
Zeynep, 1980 darbesinden sonra eşi cezaevine girmiş ve 2 çocuğuna kendi bakmak zorunda kalmış bir kadın. Bu hikayede üzerinde durulabileceğini düşündüğümüz ekonomik, sosyolojik ve psikolojik birçok sorun olsa da yönetmen Rezan Yeşilbaş, bu kısa filminde Kürtçe konuşma yasağına odaklanarak bu yasağın anadili Kürtçe olan insanların hayatın üstündeki etkisini kendi için normalleşmiş bir hikaye ile anlatıyor. Sıradan bir günün gösterildiği kareler, filme izleyicileri empatiye itebilecek gücü veriyor.
Yönetmen, Kürtçe konuşma yasağının ve etnik farklılıktan dolayı birçok şiddetin katı bir şekilde uygulandığı; Kürtlere karşı yoğun asimilasyon politikalarının dayatmalar halinde uygulandığı bu dönemi kendisinin de şahit olduğu anlardan yola çıkarak en sade haliyle aktarıyor izleyiciye.
Cezaevine dışarıdan eşya getirmenin yasak olduğu bir süreçte Zeynep, kocasının ayakkabı gibi çok basit bir ihtiyacını karşılamanın yolunu buluyor: Görüşmeye gitmeden önce bir çift ayakkabı alıp ayağına giyiyor. İlk etapta ne olduğunu anlamakta zorlanırken sonradan ayakta alkışlamak istediğiniz bir durumla karşılaşıyorsunuz. Zeynep görüşmeye gittiğinde uzun bir süre eşiyle yalnızca bakışıyor. İkisinin de bir amacı gerçekleştirmek için anlaşmaya çalıştığını hissettiğimde fazlasıyla heyecanlanıp oturduğum yerde doğrularak pür dikkat izlemiştim bu sahneyi. Bakışarak ayakkabıları değiştirecekleri ana karar verip o dönem için büyük bir pasif isyanda bulunuyorlar.
Görüşme esnasında kimsenin konuşmadığı kameralara belirgin bir şekilde yansıyor. Duvarda ‘Türkçe konuş, çok konuş’ yazısını görmek, aslında insanların çaresiz bir suskunluğa mecbur bırakılışına işaret ediyor. Bu yazı ve asker dayatması sebebiyle herkesin sadece sessizce bakıştığı bir ortamın oluşması, bunun bir çözüm olamayacağını zekice gösteriyor seyircilere. Kürtlerin anadilde eğitim alma ve konuşma haklarını ellerinden alan yasaklar, günlük yaşantılarında dahi göz ardı edemedikleri kimlik soykırımının temel silahı olarak karşımıza çıkıyor.
Diyarbakır sokaklarında, omuz kamerası ile yapılmış çekimler sayesinde adeta oradaymışız gibi geziyoruz filmde. Kürt sinemasında oyuncu bulmak konusunda dezavantaj yaşandığına vurgu yapan Yeşilbaş, Belçim Bilgin ve Cem Bender ile çalışarak oldukça profesyonel bir işe imza atıyor. Bu konuda Altyazı Sinema Dergisi’ne[1] verdiği röportajda şunları dile getiriyor: “Biz hayata hep 1-0 yenik başlıyoruz, sinemada da bu böyle. Bir hikâyeyi Kürtçe çektiğin zaman 1-0 yenik başlıyorsun çünkü Kürtçe bilen oyuncu yok. Aklıma Kürtçe bilen Belçim (Bilgin) gelmişti ama tanışmıyorduk. Sonra ben Unutma Beni İstanbul’da çalışırken, konuyu açtım kendisine. Çok heyecanlandı.” Yönetmen, kendi anılarından bir kesit seçip kameraya yansıtarak yarattığı bu etki ve ortaya koyduğu profesyonellik ile 2012 yılında Cannes’da kısa film dalında Altın Palmiye kazanan ilk Türkiye yapımı filme imza atmış oluyor ve tarihin kendisi değişmese de anlatmanın algıları değiştirebileceğine dair çok güzel bir örnek yaratıyor. Bu ‘herhangi biri’nin hikayesi ile dünyanın her yanından insanda benzer duyguyu yaşatmayı başarıyor.
Bana kalırsa filmin en vurucu noktası son sahnesi idi. Görüşme bittikten ve başkaldırının sessizliği ile tüylerimiz ürperdikten sonra filmin nasıl devam edeceğini heyecanla bekliyoruz. Otobüse binip evine dönen Zeynep’in ardından, erkek çocuğunu görüyoruz. Çocuk eski ayakkabının tamircide onarılmasını izliyor. Onarılmış ayakkabıları eve getirdikten sonra komodinin üstüne koyduğu ayakkabılara bakarken Zeynep’in annesi ile beraber kız çocuğunu banyoya sokup yıkadığı sahneye geçiyoruz. Bu sahne bana çocukluğumun herhangi bir hafta sonu gününü anımsatıyor. Ya da her ne yaşarsam yaşayayım evdeki düzenin bir şekilde ilerlediğini, ilerlemesi gerektiğini düşündürüyor. Kız çocuğunun yıkandığı sahne ile de arınmayla karşılaşıyoruz. Üzüldüğümüz, öfkelendiğimiz ve gerildiğimiz bu kısa film izleyiciyi rahatlatarak sona eriyor.
Türkiye’nin sona erdiremediği bu kimlik kavgasına çok kısa ve çarpıcı bir şekilde açıklık getiren filmle beraber ‘hayatı’ simgeleştirebiliyor, çoğu noktada kendimizi bulabiliyoruz. Düşünmekten kaçtığımız ve varlığından bi’ haber olduğumuz çoğu soruna ‘sessiz’ bir dokunuş yapan Be-Deng’in izlenmesi hem estetik hem de bilişsel düzeyde çok yararlı olacaktır.
[1] https://altyazi.net/soylesiler/rezan-yesilbas-ile-sessiz-uzerine-soylesi/
Comments