Dünya prömiyerini 2021 yılında, İsviçre’nin Nyon şehrinde düzenlenen belgesel film festivali Visions du Réel’de yapan Little Palestine (Diary of a Siege), çekimlerinin 2011’den 2015’e¹ dek uzanan geniş bir zaman aralığında tamamlandığı bir belgesel projesi. Sinemanın tarihsel olayları kaydetme ve yaşananları yaratıcısının süzgecinden geçirerek yansıtma gücünün kanıtı niteliğindeki film, Şam yakınlarında yer alıp uzun yıllardır Filistinlilere ev sahipliği yapan Yarmouk Kampı’nın Suriye İç Savaşı esnasında kuşatma altındaki günlerini mercek altına alıyor. Belgesel, kendisi de Yarmouk’ta doğmuş olan Filistinli yönetmen Abdallah Al-Khatib tarafından çekilen görüntülerden derlenmiş. Geçtiğimiz yıllarda pek çok festivalde gösterilen Little Palestine, “En İyi İnsan Hakları Filmi” ödülünü kazandığı Verzió Film Festivali jürisi tarafından “Bir dizi amatör video oldukça trajik koşullar altında sanatsal bir müdafaaya dönüşüp bizi korku, tehlike ve tehditlerle yüz yüze getiriyor. [Yönetmenin] eylemlerinin niyetliliği coğrafi mesafeyi ve ekranı aşıp izleyiciye yaşamın bir mültecinin gözünden ham bir keşfini sunuyor.” şeklinde değerlendirildi².
Bölgede yaşananları özetlemek gerekirse, mevzubahis Yarmouk 1957’den yakın bir tarihe dek dünyadaki en büyük Filistinli mülteci kampına ev sahipliği yapıyordu. Filmde de görüldüğü gibi “kamp” olarak adlandırılsa da bölge, içinde hastane ve okulların da yer aldığı kentsel bir alandı. İç savaş başladıktan sonra bir süre tarafsız kalan Yarmouk, 2012 yılında hükümetin gerçekleştirdiği iddia edilen saldırılar sonrasında muhalefetin etki alanına girdi. Bunun sonucunda 2013’te Esad rejimi tarafından bölge kuşatıldı. Yaklaşık iki yıl süren kuşatma sürecinde kamp sakinlerinin dışarı çıkışına izin verilmemekle birlikte içeriye alınmak istenen insani yardımlara da büyük ölçüde izin verilmedi.³ Bu süreçte pek çok kez bombalanan Yarmouk’ta saldırılar sonucu ölenlerin yanında, içlerinde çocukların da bulunduğu 200’e yakın kişi açlık sebebiyle hayatını kaybetti.
Kamp 2015’te IŞİD tarafından ele geçirildiğinde annesiyle Almanya’ya sığınan Al-Khatib, 2021’de Goethe Institut’e verdiği ropörtajda⁴ sinemanın Avrupa ve Arap ülkeleri arasındaki kültürel ilişkilerin üzerindeki rolü hakkında konuşuyor. Sinemanın “politik bir rolü” olduğundan bahseden yönetmen, “Avrupa’da kültürün bir parçası olan sinemanın BM raporlarını okumayan ve haberleri günlük takip etmeyen seyircinin ilgisini bu konulara çekmek için kolay bir yol olduğunu ve yaşananları tüm hassasiyetiyle ve somut bir biçimde yansıttığını” söylüyor. Avrupa seyircisi özelinde hedefini tanımlayışı ise ilgi çekici: “İnsanlara hep söylüyorum, Yarmouk halkı için dayanışma göstermenize ihtiyacımız yok. Çünkü orası yıllar önce yok oldu. Benim için en önemlisi sorumluluk duygusu. Amaç, Avrupa’ya bugünkü bazı toplumların ve devletlerin tahribatından tarihsel olarak sorumlu olduğunu hatırlatmak.”
Filmde, bir grup kamp sakininin besteleyip söylediği “The Hour Goes Like Everyday” isimli parça dışında müzik yer almıyor. Bu şarkıyı hasarlı bir binanın önünde seslendiren grubun arka planda duyulan bomba sesine tepkisizliği belki de filmin hafızalarda en uzun süre yer edecek anlarından birisi. Zaten yaşanan trajediyi yalın görüntüler ve ortam seslerinden daha iyi aktarabilecek bir yöntem mevcut değil gibi görünüyor. Ek olarak, ara ara anlatıcı rolüne bürünen yönetmenin kuşatma günlerinin kendisine hissettirdiklerine dair şiirsel denebilecek sözlerini dinlemek belgeselin duygu yoğunluğunu artırıyor. Örneğin, kuşatma günlerinde yaşanan ikilemlere değinerek, “iyiliğin” nasıl insanı füzelerin peşinde koşturup terk edilmiş çocukları enkaz altından kurtarmaya teşvik ederken “kötülüğün” bir tutam tütün alabilmek için aynı çocukların içecekleri sütü satmaya kışkırtabileceğini anlatıyor. “Kuşatma altındayken” diye ekliyor, “içinizde yer alan kötülüğü defetmelisiniz.”
Little Palestine salt yaşananları belgelemekten ziyade, kuşatmanın psikolojisine dair subjektif bir anlatı. Al-Khatib, Yarmouk’ta pek çok izleyiciye sürreal gelebilecek olan yaşananları aktarmak için kendi iç dünyası kadar olayın öznelerine de danışıyor. Kısa sürede fark ediliyor ki, buradaki insanlar -empati kurmaya çalıştığımızda tahmin edeceğimiz- korku, çaresizlik ve umutsuzluk gibi duygu durumlarını çoktan geride bırakmış. Aksine, belgesel sizi ekran karşısından alıp Şam yakınlarına götürdüğünde karşılaştığınız belki de önceden görmediğiniz türden bir korkusuzluk ve mücadele gücü oluyor. Hayatta kalmaya ve barışın hüküm sürdüğü bir yerde yaşamaya dair umudun böylesi insancıl olmayan koşullara mahkûm edilmiş bu toplulukta ne kadar yaygın olduğunu görmek sizi şaşırtıyor. Ayrıca, etkisini her küçük detayda, insanların yürüyüşlerinde, protestolar esnasında yüzlerine baktığınızda ya da her şeye rağmen şarkı söylemeye devam edişlerinde hissettiren öfke tüm gerçekliğiyle yüzünüze çarpıyor.
Bölgede çok sayıda çocuk bulunduğu ve yemek bulmak gibi gündelik işleri çoğunlukla onlar yaptığı için filmde çok sayıda çocukla röportaj yapılmış. Bir grup çocuğa hayal ettikleri sorulduğunda verdikleri cevaplar çoğunlukla yemek yiyebilmek oluyor, birçoğu ekmek yemeyi özlediğinden bahsediyor. Bazılarıysa, yürek burkucu şekilde, keyfi tutuklamalar sonucu alıkonan babalarının geri dönmesini ya da öldürülen ağabeylerinin yeniden hayatta olmalarını diliyor. Bu görüntülerden en çarpıcılarından biri, yönetmenin yemek için yerden ot toplayan Tasnim ismindeki küçük bir kız çocuğu ile sohbeti. Konuşmaları esnasında arkadaki binaya bir füze isabet ediyor ancak Tasnim istifini bozmadan işine devam ediyor. Onun gibi birçok çocuk bu tür saldırılara artık alıştıklarını ve korkmadıklarını söylüyor.
Din ve maneviyat, buradaki insanların köklü biçimde bağlı oldukları ve hatta kuşatma sonrasında daha sıkı sıkıya tutundukları kavramlar olarak beliriyor. Yaratıcıya olan güçlü inançları bir anlamda direnmeye devam etmelerinde etkili oluyor. Enkazların arasında internet kablosunu tamir etmeye çalışan ve muhtemelen bir elektrikçi olan adamın sözleri belgesel bitse de aklımızdan çıkmıyor: “Yaşamak istiyoruz. Biz yaşamak için doğduk. Hadi onlar için tekrar edelim: Yaşamak için doğduk. Onlar ya da bombaları bizi yok edemeyecek. Sadece yüce Allah sonumuzu getirebilir!” Benzer şekilde, bu manevi bilincin kuşatma altında yaşamak zorunda bırakılan bu mültecilerde topluluk olma duygusunu güçlendirdiği gözlemlenebilir. Al-Khatib, belgeselde “bireysel acının burada bir lüks olduğunu ve kuşatılmış olanlar için, kolektif acının hayatta kalmanın bir yolu olduğunu” söylüyor. Yıkıntıların arasında bir duvar yazısı göze çarpıyor: “Yiyecek yemek olmadığında pencerelerin açıldığı bir ülkeden geliyorum.”
Little Palestine gibi bir belgeseli ele alırken konuşulması gereken başka bir nokta ise mekansallık. Yani, bu film bağlamında, zaten geçmişlerinde yerinden edilmenin izlerini taşıyan bu insanların “yeni evleri” olarak adlandırdıkları mekan ile ilişkilenme biçimleri ve mekan kavramının bu topluluk için ifade ettikleri. Ses ve gerçek görüntülerin, ki bir belgeselde bu gerçekçiliğin dozu artar, bir bileşimi olarak sinema, söz gelimi edebiyata kıyasla, mekansallığı yalnız fiziksel bir katman olmaktan çıkarıp onu öykünün diğer katmanları ile etkileşen bir unsur yapmakta oldukça başarılıdır. Filmde, Yarmouk’un savaş sebebiyle gittikçe daha da bir harabe izlenimi yaratan bir hal alışı, insanların anlattığı öykülerle bütünleşiyor. Örneğin, dışarıdan geldiği için okula kabul edilmeyeceğini düşünen küçük Tasnim, edilse de çoktan yarısını kaçırdığından okula gitmesinin anlamsız olduğunu söylüyor. Bu gibi deneyimleri dinledikten sonra, görüyoruz ki yaşadıkları yerden uzaklaştırılmanın travmasıyla geçirilen bir hayattan sonra bu topluluk hâlen yaralarını sarmaya çalıştıkları trajedinin tekrarlanmaması için canlarını dişlerine takarak direniyor. Hem yönetmen Al-Khatib hem de Tasnim, Yarmouk’un diğer pek çok sakini gibi direnişin bir parçası. Bu yaşama direncini sürdürmekte başlıca motivasyon ise geri dönme umudunu korumak. Buradaki birçok mülteci bir gün Filistin’e dönme hayaliyle yaşıyor. Dolayısıyla, Yarmouk hem bu insanlar hem de izleyici için salt olayların geçtiği bir “yer” olmayı aşıp kişinin deneyimleriyle birleşerek ona özel soyut anlamlar içermeye başlıyor. Bu süreçte, bir hafıza mekanı haline gelmiş Filistin, yakın bir gelecekte kuşatmanın mağdurları için başka bir hafıza mekanına dönüşecek olan Yarmouk ile bir ve aynı yer haline geliyor.
Kaynakça
¹İKSV. (2022, 03). film.iksv.org. Retrieved from https://film.iksv.org/en/the-41st-istanbul-film-festival-2022/little-palestine-diary-of-a-siege
²Lightdox. (2022). Retrieved from lightdox.com: https://lightdox.com/little-palestine-diary-of-a-siege/
³Betare, N. (2015, 09 14). Retrieved from Middle East Institute: https://www.mei.edu/publications/syrias-yarmouk-camp-still-besieged
⁴Hallaq, D. (2021, 12 7). Retrieved from Goethe Institut: https://www.goethe.de/ins/be/en/kul/eur/ela/22662955.html
Comments