Tarih, sinema ve dizi kültürünün ortaya çıkışından beri film ve dizilerde işlenen en popüler konulardan biri olmuştur. Tarihin işlendiği medyayı belgeselden ayırıp onu bir dizi ya da filme konu eder hale getiren şey sinemacıların bu medyalara uyguladığı sanatsal özgürlüklerdir. Ama bu popülaritenin getirdiği sorumluluk çoğu zaman göz ardı edilmiştir ve bunun sonucunda sanatsal özgürlük sinemacılar ve tarihçileri sık sık karşı karşıya getiren bir kavrama dönüşmüştür. Peki bu tartışmaları yaratan, “Sanatsal özgürlük” kavramı nedir? Sanatsal özgürlük terimine tarihsel sinema bağlamında yaklaşacak olursak yapacağımız tanım: hikâyenin anlatım, işlenme, karakterlere bakış açısı gibi farklı alanlarda yönetmenler tarafından tarihi gerçeklikleri tasarladıkları imaja uydurmak için yapılan değişikliklere denir. Çoğu durumda bu değişiklikler artistik tercihlerdir fakat farklı amaçlarla da kullanılması, bu özgürlüğe dair tartışmaları körükleyen asıl noktadır. Örneğin reyting uğruna, işlenen tarihsel olayları aşırı dramatize edilmesi, bununla beraber tarihin bir propagandaya dönüştürülüp bunu yaparken sanatsal özgürlük söyleminin arkasına sığınılması, konu hakkındaki kutuplaştırıcı tartışmaları haklı çıkarır örneklerdendir
Bazı sinemacılar tarihi bir olayı işlemeye karar verdiğinde bunun sorumluluğunu göz ardı etmekle yarattıkları sorunlardan biri de seyirci sayısını arttırmak adına, işledikleri tarihi olayı aşırı dramatize ederek tarihi gerçekliklerden sapıp bu sapmaya yaratıcı özgürlük demeleridir. İşin içine reyting ve para girdiğinde gerçeğe sadık kalmak bazı sinemacılar için zorlaşabilir. Bunun sonucunda, işlenen tarihsel olayı izleyicinin ön kabulleri ve beklentilerine göre yontup pazarlamak birçoğuna çok daha cazip gelmeye başlayacaktır
Reyting uğruna aşırı dramatize edilmenin tarihsel film ve diziye en olumsuz getirilerinden biri de hikâyeyi genel izleyici kitlesinin ön kabullerini sorgulatmayacak ve bunun yanında o kabulleri tekrar tekrar onaylayacak bir düzleme getirilip sunulmasıdır. Elbette ki film ve diziler belgesel değildir ve yönetmenler izleyiciye salt gerçeklikleri sunmak zorunda değil. Hiçbir yönetmen izleyicisine tarihi bilgileri borçlu olmasa da tarihi bir film izlerken çoğu izleyici filmdeki bazı bilgileri ister istemez alacaktır. İzleyicinin hazırda var olan beklenti ve ön kabullerini desteklemeye yönelik çekilmiş filmler izleyicinin araştırma isteklerini de bizzat yatıştıracaktır. Yanlış bilgi sahibi izleyicinin filmi/diziyi izledikten sonra yapacağı en muhtemel şeylerden biri de o bilgiyi yaymaktır ve bu şekilde bazı film ve diziler yanlış tarihi bilgilerin yayılıp popüler kültürde yer edinmelerine yol açabilir. Bu tehlikeli durum aynı zamanda filmi/diziyi propagandaya elverişli kılar. Propagandaya dönüşmediği durmalarda ise bahsedilen tarihi olayı izlerken magazin haberleri tadı alırsınız. Tarihçilerle sinemacıları karşı karşıya getiren en önemli noktalar da bunlardır. Hangi tarafın haklı olduğuna karar vermek istendiğinde; sanat, bilim ve para arasında dönen bu tartışmadaki nüanslar ve yönelimler doğrultusunda kararlaştırılmalıdır fakat herkesin uzlaşması gereken nokta şudur ki, bu tartışmada salt haklı bir taraf bulmak mümkün değildir.
Sanatsal özgürlük tartışmalarını körükleyen bir başka olayda yönetmenlerin tarihi sinemayı kasıtlı propaganda aracı olarak kullanmak adına “sanatsal özgürlüklere” başvurduklarını söylemeleridir. Propaganda, sanatın her alanında kullanıldığı gibi sinemada da etkin bir şekilde kullanılabilmektedir. İzleyici kitlesinin beklenti ve ön kabullerine uygun bir şekilde tarihi olayları yansıtma şeklinin de bir noktada propagandaya evirilmesi muhtemeldir.
Örnekle açıklamak gerekirse; The Great dizisi her bölüm başında bize tarihi gerçekliklere sadık kalmadığını hatırlatan “neredeyse doğru bir hikâye” sözüyle başlayan ve kendini “anti-tarihsel” olarak tanımlayan bir dizidir. Peki bu dizi zaten doğrulara sadık olmadığını söylediği için batılı izleyicilere oryantalist propaganda yapma suçundan aklanabilir mi? Çariçe Ⅱ. Katerina’nın hayatının bir kesitini biyografik-komedi şeklinde anlatan dizinin komedi tonu çoğu politik olayda devam ederken Osmanlı-Rus savaşlarında sona ermektedir. Osmanlı Devleti bir komedi unsuru olmak yerine salt kötü karaktere bürünmüştür. Sezon boyunca Osmanlı Devleti’ni kötüleyici gösterimler ve söylemler, dizinin diğer düşman devletlere uyguladığı “şakacı” formatın dışında, ciddi bir tonla devam etmiş ve sezon finalinde pik noktasına ulaşmıştır. Dizinin sezon finalinde gerçekleşen Ⅲ. Mustafa ve Ⅱ. Katerina görüşmesinde Ⅲ. Mustafa’yı dönemine ait olmayan ve özellikle onun gibi batıcı ve reformist bir padişahın giymeyeceği, “barbar” bir imaj çizmek adına tasarlandığı bariz bir kıyafetle birlikte boynunda düşmanlarının kulaklarının asılı olduğu bir kolyeyle görüyoruz. Ⅱ. Katerina ise her zaman olduğu gibi temiz ve son moda kıyafetleriyle yer alıyor eli yüzü pis, nerdeyse paçavra giyen Osmanlı padişahının karşısında. Görüşme sırasında Ⅲ. Mustafa, saldırgan bir tavırla Ⅱ. Katerina’nın elini bıçaklar ve Ⅱ. Katerina da hançeri elinden çıkarıp Ⅲ. Mustafa’yı boynundan bıçaklayarak öldürür. Bu sahneden sonra sorulması gereken soru “neden?” olmalıdır çünkü tarihte Ⅱ. Katerina-Ⅲ. Mustafa görüşmesi hiç gerçekleşmemiş iken neden dizide bu iki tarihi figürü bahsedilen şekillerde buluşturup en sonunda da Ⅱ. Katerina ’ya Ⅲ. Mustafa’yı öldürtmüşlerdir? Akla gelen en açık cevaplardan biri batılı izleyicilerin (dizinin izleyici kitlesinin ezici çoğunluğu) hazırda var olan oryantalist fikirlerini muhafaza etmek ve desteklemektir. Osmanlı Devleti’ni, hikâyeyi ilerletmek ve Ⅱ. Katarina’nın karakter gelişimini sağlamak adına, bir tema olarak kullanmak ve devletin işlenme biçimi, onu potansiyel bir “Batılı muhafazakâr” propagandası haline getirebilir ve Ⅱ. Katerina’nın Ⅲ. Mustafa’yı öldürdüğü bölümün başına “neredeyse tamamen yanlış bir hikâye” yazmak, bu durumu hafifletmez.
Ön kabullerin tekrarlanarak gösterilmesi ile izleyicinin zihninde doğru bilgi haline gelmesi bu tip propagandanın birincil yöntemidir. Örnek üzerinden ön kabulleri destekleyen, dramatize edilmiş tarihi bir hikâyenin nasıl propagandaya evirilebildiğini açıkça görebiliriz. Tarihi kullanarak propaganda yapmanın bir yolu daha vardır: faşist semboller ve değerleri toplumun iyi algısıyla eşleştiren imge ya da söylemle birlikte kullanmak. Bu yöntem çoğu zaman az önce açıklanan yöntemle beraber ya da ondan ayrı kullanılabilmektedir. Bu tip propaganda oluşturulurken işlenen tarihi olaydaki semboller, kişiler ve bu kişilerin konuşmaları üzerinde yapılan değişikliklerle “iyi” kişiler ve ögelerdeki faşist yönlere, faşist kişiler ve ögelerdeki “iyi” yönlere vurgu yapılır ve propagandacı tarafından izleyicinin iyilik ve faşizm kavramlarını iliştirmesi beklenir.
Tarihsel olayları anlatan medyada sanatsal özgürlük, sanat adına kullanıldığında filmi/diziyi belgeselden ayırıp olduğu sinematik tür haline sokan son dokunuştur. Tarihsel sinemayı sinema yapan şey, yönetmenin tarihsel gerçekleri, bireysel farklılıkları, düşünce ve ifadeleriyle birlikte kullanması, salt bilgiyi işleyerek sanata dönüştürmesidir. Ne yazık ki sanatsal özgürlük kavramını yozlaştırarak ve genişleterek kullanıp yukarıda belirtilen durumlar ve bunlar gibi daha birçoğuna sebep olan sinemacılar sebebiyle yönetmen-tarihçi tartışması her geçen gün daha da derinleştirmektedir.
Comentarios