Green Book, Amerika’nın en büyük sorunlarından biri olan ırkçılık üzerine yazılmış; kimi zaman dokunaklı kimi zaman ise keyifli bir yol filmi. İçerisinde aynı konuya sahip birçok filmde gördüğümüz klişeler olsa da, Green Book’un komedi ile harmanlanmış buruk senaryosu onu diğerlerinden ayırıyor. Aynı zamanda yaşanmış bir hikayeden esinlenmiş olması onu daha özel kılıyor.
Film adını siyahiler için oluşturulmuş bir rehberden alıyor. Green Book, siyahiler için güvenilir ve ırkçı olmayan mekanların işaretlendiği bir seyahat rehberi. 1930 – 1960 yılları arasında basımı yapılan bu kitap, gezgin Afro-amerikalılar tarafından kullanılıyordu. Irkçılığın tavan yaptığı bu yıllarda siyahi vatandaşlar ekstra dikkatli olmalıydı. Aksi takdirde gittikleri barlardan, restoranlardan, otellerden atılabilir; hatta daha kötü muamele ile karşı karşıya kalabilirlerdi. Her ne kadar Amerikalılar ırkçılığın güney kesimlerde görüldüğünü savunsa da bu kitap batı ve kuzey eyaletlerinde de ırkçılığın resmi bir şekilde yapıldığını gösteriyordu. Kitap, bir seyahat yazarı olan Victor Hugo Green tarafından yazıldı.
Film, Amerika’da ırkçılık mücadelesinin en yoğun şekilde verildiği dönemlerde, 1960’lı yıllarda geçiyor. Film iki karakter üzerinden ilerliyor. Tony, geçimini zar zor sağlayan, ailesini geçindirmek için çeşitli birçok iş yapan İtalyan bir göçmen. Dr. Don Shirley ise dünyaca ünlü bir piyanist. Çok ünlü ve saygıdeğer biri olmasına rağmen Amerika’da hakim olan ırkçılık Dr. Shirley’in de hayatını çok zorlaştırıyor.
Dr. Shirley, Amerika’da ırkçılığın tavan yaptığı güney kıyılarına bir turne düzenliyor. Tony ise bu turnede Dr. Shirley’e koruma ve şoför olarak eşlik ediyor. Aslında şoför olarak işe başlayan Tony, seyahat boyunca Tony’nin güvenliğini de sağlıyor. Tony ihtiyacı olduğunda şiddetten kaçınmayan, güçlü, mizahi yönü kuvvetli ve eğlenceli bir karakter. Dr. Shirley ise entelektüel açıdan dolu, sessiz ve son derece ciddi bir sanatçı. Birbirinden tamamen farklı iki karakterin keyifli yol macerasını izlemek ve karakter gelişimlerine şahit olmak güzel bir deneyim. Sosyal tarafını tamamen bastırmış olan Dr. Shirley ve hayatı sadece ailesini geçindirmekten ibaret olan Tony birbirlerinin eksiklerini kapatarak harika bir uyum yakalıyor.
Dr. Shirley insanların hayran olduğu harika bir piyanist olmasına rağmen ten renginden dolayı bulunduğu her ortamda zorbalığa maruz kalıyor. Onu hayranlıkla dinleyen insanların arasında yemek yiyemiyor. Beyazlarla aynı tuvalete girmesine bile izin verilmiyor. Filmin başında bu kesimle aynı fikirde olan Tony, Dr. Shirley ile bağ kurdukça bu sığ düşünce sisteminin ne kadar korkunç ve yanlış olduğunu anlıyor.
Her ne kadar sonu tahmin edilebilir bir klişe olsa da filmin akışı seyirciyi hiç sıkmıyor. Aynı zamanda ırkçılık gibi hüzünlü bir konuya sahip olmasına rağmen her sahnede gülümsemenizi sağlıyor. Bu konuda çekilmiş filmlerin aksine iyi hissettiriyor, dünyaya dair umutlarımızı ve insanlığa olan inancımızı güçlendiriyor. Bu filmi özel yapan etkenlerden biri insanlık için çok üzücü bir konuyu işlemesine rağmen, bunu dramdan daha çok mizahi bir şekilde ele alması. Film boyunca Dr. Shirley’e yapılanlar, sürekli olarak zorbalığa maruz kalması, karşısındaki insanlar tarafından sadece bir ten renginden ibaret olması üzücü olsa bile Tony ve Dr. Shirley’in ilişkisi filmin akıllarda pozitif kalmasına sebep oluyor. Aynı zamanda başta Tony Lip’in karakter gelişimini, pırıl pırıl kalbinin her sahnede biraz daha ortaya çıkışını adım adım izlemek çok güzel ve keyifli.
Yazıyı filmin en güzel repliklerinden biri ile bitirelim.
“Dünya ilk adımı atmaktan korkan yalnız insanlarla dolu.”
Comments