top of page
Ecenaz Kaya

Gömülü Benliğe Yakılan Bir Ağıt: Ölü Ozanlar Derneği

1989 yapımı Peter Weir’in yönettiği Ölü Ozanlar Derneği, kendileri olmak uğruna geleneğe karşı çıkan bir grup lise öğrencisinin hayatını konu alan bir coming-of-age filmidir.


Filmi yalnızca verilenlerle okuduğumuzda oyuncu olmak isteyen bir genç ve onu kabul etmeyen ailesi arasındaki çatışmayı görüyoruz. Filmi bu şekilde kabul etmek elbette yanlış değil. Ama birkaç katman daha derine inip bu filmi queer teoriye uyarladığımızda, aslında kimliği yüzünden ailesi tarafından reddedilen Neil’ın queer olabileceği dikkatimizi çekiyor. Yani anlatılan hikayeyi tamamen bir metafor olarak görmek de mümkün. Bu sebeple bu yazıda hepimizin aşina olduğu bu filme farklı bir lensten bakacağız.



Tarihi Bağlam ve Genel Atmosfere Bakış


Filmimiz 1959’da muhafazakar bir erkek yatılı okulunda geçiyor. Bahsi geçen bu okul, Welton Academy, geleneğe fazlasıyla önem vermesiyle biliniyor ve hatta mottoları da “Gelenek, Disiplin, Onur ve Fazilet.” Tüm bunlar queer bir alt metinde okunduğunda okul, toplumu yani dolayısıyla heteronormativite ve hatta homofobiyi temsil ediyor. Tabi ki aileler de okulla aynı değerlere sahip. Okul bu şekilde bu gençleri köreltiyor ve geleneğe böylesine önem vererek kendi sınırları dışında kalan kimseyi kabul etmediklerini belli ediyorlar. Bu sebeple gençler okulun tutumuna karşı çıkıyorlar.


Karakterlerimizden hiçbiri -özellikle üzerlerinde duracağımız Neil ve Todd da dahil- geleneğe karşı çıkmayı bir seçenek olarak görmüyorlar, ta ki yeni edebiyat öğretmenleri ve mentörleri John Keating gelene kadar.

Keating onlara edebiyat üzerinden kendileri olmanın, kimliklerini taşımanın önemini anlatıyor ki öğrencilerden hiçbiri bu konuda başarılı değil. Judith Butler’ın düşüncelerinden yola çıkacak olursak kimliğin bir performans olduğunu düşündüğümüzde, Neil’ın ve Todd’un da aileleri ve  toplum tarafından reddedilmemek için bir tür rol oynadıklarını söylemek mümkün. Neil filmde kendini gizlemek için bir rol içinde, Todd ise bazı şeyleri saklı tutmak için içine kapanıyor gibi görünüyor.


John Keating, öğrencilere herkesin kabul edilmek için büyük bir açlık çektiğini söyler, tıpkı karakterimiz Neil gibi. Neil olduğu gibi kabul edilmeyi çok istemişse de filmde toplumu temsil eden hiçbir bileşen onu gerçek kimliğiyle kabul etmemiştir. Bu şekilde kimse tarafından ciddiye alınmayacağını fark eden Neil,  öğretmeni Keating’in izinden gider ve zamanında onun bir parçası olduğu Ölü Ozanlar Derneği’ni yeniden kurar. Keating’e bu dernekle ilgili sorular yöneltildiğinde cevaplamaktan kaçınsa da o günleri güzel hatırladığını belli eder, bu oluşumun onun hayatında büyük bir iz bıraktığı anlaşılmaktadır. Öğrenciler bu dernek altında bir araya geldiklerinde kendileri gibi davranabilirler, kimsenin rol yapmasına gerek yoktur. Bu anlamda orası onların ait hissedebildikleri güvenli bir alandır.


Öğrenciler Keating yardımıyla metaforik olarak da kelimenin tam anlamıyla da hayata başka bir perspektiften bakmayı öğrenirler. Çünkü Keating, onlara bunu kanıtlayabilmek için hepsini masaya çıkarır. Todd, derste konuşmaya ve sesini duyurmaya çok çekinir. İçinde bulunduğu şartlar da ona bu korkusunu yenmek için pek fırsat tanımaz. Keating de çözüm olarak onlara kuralların bazen anlamı olmadığını göstermek ister. Bu şekilde aynı zamanda bazı duvarların yıkılabilir olduğunu da kanıtlamıştır herkese, çünkü Welton’da bir derste böyle hareketler yapılması daha önce akıldan bile geçmez. Welton Academy o kadar katı kurallar etrafına kurulmuştur ki öğrenciler kendilerini ifade etmenin bir yolunu bulamazlar. Keating onları zorlayarak başka bir yol olduğunun farkına varmalarını sağlar.  Şuan içlerinde bulundukları ve onlara yaşatılan hayatı sürdürmek zorunda olmadıklarını fark eden gençler artık tamamen kendileri olmak için savaşırlar.



Queer bir Lensten Neil ve Todd


Başrolümüz ve ona en yakın olan Todd, filmde queerliği en rahat okuyabildiğimiz iki karakter. Birbirleriyle bu kadar yakın yazılmış olmaları da aralarındaki ilişkinin arkadaşlığın ötesinde olduğunun minik belirtilerinden biri. Elbette sırf yakın oldukları için onların ilişkisinin romantik olduğunu varsaymak çok yanlış olur fakat tüm bu bağlamda bakıldığı zaman aralarındaki ilişkinin Neil’ın diğer tüm arkadaşlarıyla olduğundan daha samimi olduğunu görmek mümkün. Yine tek başına hiçbir anlamı olmuyor olsa da film boyunca bu iki karakteri herhangi bir ilişki içinde görmüyoruz.


Neil atıldığı  kendini arama yolculuğunda en fazla desteği Todd’dan görüyor. Aynı şey Todd için de geçerli. Bu ikili birbirleriyleyken en savunmasız ve en gerçek hallerini yansıtabiliyorlar. Aralarındaki bu bağ fazlasıyla güçlü bir duygusal bağ ve arkadaşlığın ötesinde okunmaya çok müsait.


Todd kişilik olarak sessiz, sesini çıkarmaktan korkan biri. Neil ile olan ilişkisi sayesinde kendini en azından birilerine ifade edebiliyor. Fakat onun haricinde başta Ölü Ozanlar Derneği toplantılarına bile katılmayı kabul etmiyor. Bunu Keating de fark ediyor ve onu konuşması, yani kendini ifade etmesi için zorluyor. Todd’un üstünde de Neil’ınki kadar olmasa da sosyal baskı hakim. Bu sebeple, kimliğini var etmekte zorlanıyor. O noktada da, önemini sonradan da tartışacağımız üzere kendini şiirde buluyor. Bu şekilde filmin sonunda onu sesine kavuşmuş şekilde görüyoruz. Dahası, Todd, Neil’ın ölümüne de en fazla tepki veren karakter. Bunun bilinçli yapılmış olduğunu düşünmek doğal. Ne olursa olsun bu ikilinin arasındaki ilişkinin özellikle böyle homososyal bir derecede filme alınmış olması oldukça mümkün.


Başrolümüz Neil’a gelecek olursak, onu yöneten gücün tutku olduğunu söyleyebiliriz. Neil kendi olabilmek için tutkulu. Keating’le tanıştıktan sonra bunun önemini kavrayan Neil’ın hayatındaki en önemli şey kendini gerçekleştirmek olmuştur. Bu okumada tiyatro yapmak queer kimliğini ifade etmek için kullanılan bir metafor. Kimliğin sosyal temeller üzerine inşa edilmiş bir performans olduğu varsayıldığında Neil bir kalıp dahilinde temsil ettiğinin dışında bir kimliği canlandırırken görülüyor. Canlandırdığı kişinin kim olduğundan bağımsız bir çeşit kimlik performansından söz etmek mümkün. 


Neil, Shakespeare’in “Bir Yaz Gecesi Rüyası” oyununda başrol oynuyor. Sahne onun kendini keşif ve ifade edebilmek için kullandığı bir alan, ki oyunculuk bunun için müthiş bir metafor. Oradayken gerçek anlamda kendisi olabiliyor, kimse için rol yapmıyor ancak toplum tarafından kendisi olduğu o alanda bulunmasına müsaade edilmiyor. Tıpkı birçok LGBTQ+ bireyin oldukları kişi olabildikleri yerde yaşatılmaması gibi. Onun birini canlandırdığı düşünülen anlar aslında kendi benliğini en çok yansıtabildiği anlar aynı zamanda. Kendisi olabildiği tek platformun başkaları tarafından kurmaca görülmesi çok yaralayıcı. 


Cinsiyet Belası


Karakterlerimizden Charlie de kendini bir performans üzerinden gerçekleştiriyor. Bir çeşit persona edindiğini söyleyebiliriz. Aldığı cesaretle kendine Nuwanda ismini buluyor ve bunu performe ediyor. Bu, Charlie karakterinin yöneliminden veya cinsiyet kimliğinden bağımsız olarak direkt Judith Butler’ın kuramıyla uyumlu, dolayısıyla bu şekilde baktığımızda tezimize katkı sağlayacak da bir detay. Judith Butler’a göre cinsiyet, yani “gender” tamamen sosyal normlar üzerinden şekillenen ve zamanla değişebilen bir çeşit performans. Sosyal açıdan feminenlik veya maskülenlik kişinin cinsiyetiyle değil kendini topluma lanse edişiyle alakalı.


Karakterlerimiz, dışarıdan incelendiğinde efemine kabul edilebilecek kişiler. Bu, yine onların yönelimleriyle hiçbir şekilde alakalı olmamakla birlikte cinsiyetin bir performans olduğunu tekrardan bize gösteren bir unsur. Hiçbiri geleneksel erillik standartlarına pek uymuyorlar, çünkü uymaları da gerekmiyor.



Şiir ve Tiyatronun Etkisi


Edebiyatın öneminden söz edecek olursak, bunun da tiyatro gibi kişilerin kendilerini ifade edebilmek ve hatta kendilerini bulabilmek için kullandıkları bir araç olduğunu söyleyebiliriz. Tüm bu gençleri toplumun baskıladığı kimliği performe etmekten alıkoymayı başaran şey şiirdi. Ailelerinin yanında ya da okulda gerçek düşüncelerini ve hislerini hiçbir zaman zikredemeyen karakterler, şiir yardımıyla seslendiremedikleri hislerin dile gelmesini sağlarlar. Şiirin queer teoriyle direkt temas halinde olan bir alan olduğu söylenebilir. Şiir, Judith Butler’ın queer kuramında olduğu gibi geleneği parçalar, kimliğin keşfini sağlar. Bu nedenle de bireylerin seslerini duyurabilmeleri için fazlasıyla faydalı da bir platformdur. Keza tiyatro da tam olarak bu sebeple Neil için bu kadar önemlidir. Çünkü, bahsettiğimiz gibi Neil sahnede kendini gerçekleştirecek gücü bulur ve sesini duyurmayı başarır. Yani bu iki performatif sanat, Neil ve Todd’un kendilerini keşfetmeleri için bir fırsattır.


Tüm bunların ötesinde, filmde saklanmış bazı “easter egg”ler de bulunuyor. John Keating’in ilk derse girerken mırıldandığı parça, queer bir besteci olan Tchaikovsky’ye ait. Tabi ki onun da kimliği uzun yıllar kabul edilmemiş, gizlenmiş ancak o hiçbir zaman bunu gizli tutmayıp kendi gerçeğini yaşamış biri. Bu da bizim karakterlerimize örnek olabilecek bir hikaye. Filmde çok büyük bir öneme sahip olan Walt Whitman da aynı şekilde queer bir şair. Neil’ın “Bir Yaz Gecesi Rüyası” oyununda oynadığı rol olan başrol Puck da cinsiyeti hakkında tartışmalar süregelen bir karakterdir. Ayrıca oyunun kendisi de tıpkı filmimiz gibi queer ögeler içeren ve bu şekilde okunabilecek bir oyundur.


Özetlemek gerekirse, filmin queer bir alt metine sahip olduğunu kesinlikle kabul edebiliriz ancak bunun doğruluğu hiçbir zaman tam olarak kanıtlanmamıştır . Filmin bu şekilde incelenmesi, kimlikler üzerinden varsayımla yorum yapma gereği getiriyor olsa da bunun yalnızca farklı bir çeşit okuma olduğunu düşünürsek daha önce izlediğimiz bir filmin hiç görmediğimiz yanları da olabileceğini bilmek gayet güzel. Ayrıca anlatılan bu hikayenin aynısını bugüne kadar dünyada binlerce queer kişinin yaşamış ve hala yaşıyor olduğunu gerçeğinden yola çıkarak, aslında ne kadar da tanıdık bir anlatı olduğu görülüyor. Genel olarak hayatın her alanında kendi olmakta zorluk yaşayan herkesin kendinden bir şeyler bulabileceği bu filmde, queerlerin yolculuklarından da çok fazla öge var ve insanların tanıdık bir şeyler görmesi, bir şekilde temsil edilmesi onların yalnız olmadıklarını fark edebilmeleri için çok değerli.

179 görüntüleme

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page