top of page
Melike Deveci

İkilemler Arasında Büyüme Mücadelesi: “Yurt”

Yurt, bunları okuduğunuz sırada yönetmeni Nehir Tuna’nın ilk uzun metrajlı filmi olarak Türkiye’de ve uluslararası festivallerde gösterilmeye, alkışları toplamaya devam ediyor. Tuna’nın hayatından otobiyografik izler taşıyan film, Türkiye’nin de tarihinde yaşanmış ve güncelliğini sürdüren önemli konulara değiniyor. Peki nedir bu filmin siyah beyaz sahneleri arkasında anlatılmak istenen hikâye?



Siyah-Beyaz Gerçeklik İçerisinde Bir “Coming-of-age” Dramı

Film; başkarakterimiz Ahmet’in, Trakya’da özel bir okulda gördüğü İngilizce dersinde başlıyor. On dört yaşındaki Ahmet’i seküler bir yapı taşıyan okulunda ve daha sonrasında kaldığı tarikat yurdunda izlediğimizde hayatının şahit olduğumuz kesitlerinden yaşadığı ikilemleri anlıyoruz. Yurt, bu noktada Ahmet üzerinden Türkiye’deki onlarca çocuğun hikâyesini anlatıyor bize: Okulunda ve kaldığı yerde bambaşka maskeleri takınan bu çocuk, nereye ait olduğunu bilmemenin sıkıntısı içerisinde. İlerleyen dakikalarda onu kendi kimliğini oluşturmanın ve bu uğurda pek çok şeyi feda etmenin acı gerçekliğiyle yüzleşmeye çalışırken izleyeceğiz.


Ama öncelikle gelin, filmin en göze çarpan özelliğinden bahsedelim. Nehir Tuna’nın kararı sonucu film, yapımın başından itibaren siyah-beyaz bir formatta çekiliyor. Bu karar, estetik kaygıların da ötesinde çok daha başka bir amaç güdüyor. Yönetmen, kararının sebebini açıklarken o döneme ait anılarının karamsarlığı ve renksizliğinden bahsediyor. Ahmet’in hikayesinde de bu, ait olduğu yerden koparılıp hiç tanımadığı bir yere yaşamaya gönderilen bir çocuğun hissettiği yalnızlığı ve yabancılığı anlatıyor. Film boyunca Ahmet, başkalarının dileklerine göre farklı karakterlere bürünürken hâlâ aynı karamsarlık içerisinde. Tâ ki filmin sonunda, yurttan ve babasının dayattıklarından dışarı adım atıp kendi benliğine ve olduğu yere ait hissettiği o âna kadar. İşte o zaman Ahmet’in dünyası yavaş yavaş renklerine kavuşuyor ve karakterimiz, ait olamamanın verdiği acıdan bir nebze olsun kurtuluyor.



Baba-Oğul Çatışması ve Gençlik Sancısı

Peki babası ne dayatıyor Ahmet’e? Yurt, en özünde gençliğin bir gerekliliği olan “baba-oğul” çatışmasını anlatıyor. Öncesinde her çocuk gibi babasının ilgisini ve takdirini bekleyen Ahmet, kendisinden isteneni yapıp yurtta daha çok yer edinmeye, tarikatta daha fazla öne çıkmaya, babasının beklentilerini karşılamaya çalışıyor. Fakat zaman geçtikçe babasının isteklerini karşılamanın güçlüğünü ve hatta imkânsızlığını fark eden Ahmet, bir nevi isyan ediyor. O noktada, babasının sevgisinin koşulluluğunun da farkına varıyor. Bu sefer ihtiyaç duyduğu sevgiyi başka yerlerde aramaya başlıyor.


Yurt’un ilk gençliğe dair değinmek istediği bir diğer konu da bu sevgi arayışı. Anakarakterimizin önce bu sevgiyi babasında aradığını, çabaları nafile çıkınca arayışını sınıfındaki arkadaşı Sevinç’e yönelttiğini görüyoruz. Ancak Sevinç de Batı’yı ve sekülerliği temsil eden Vivaldi sevgisiyle Ahmet’in içinde olduğu dünyadan bambaşka bir yerde duruyor. Bu sevginin de koşullu olduğunu, tıpkı babasının onu muhafazakar çizgide görmek istemesi gibi Sevinç’in de kendisinin dindar tarafını kabul etmeyeceğini görüyor. Burada Ahmet bir yol ağzında; çünkü hissetmek istediği sevgi için olmadığı birisini taklit etmek, benliğini yitirmek zorunda. Bu noktada yurtta onun hissettiklerini anlayabilecek bir konumda olan Hakan’da arıyor sevgiyi. Hakan; babası ve Sevinç ona arkalarını döndüğünde onun yanında olabiliyor, onu kucaklayıp başka birisi gibi olmak zorunda olmadığını hissettirebiliyor. Çünkü Hakan bir eve ihtiyacı olduğu için yurtta kalıyor ve bu mecburiyet için tarikatın istediği çizgilerde davranıp dilemediği şeylere göz yumuyor. Hakan bu ortaklaşa zorunluluktan ötürü Ahmet’i anlayabildiği için Ahmet onda aradığı tüm sevgilerin bir karışımını ve aynı zamanda da benzersizini buluyor.



Politik ve Queer Bağlamda Yurt Nasıl Eleştirildi?

Film tüm bunların yanında politik arka planlara sahip. Yönetmen, bazı çevreler tarafından hem politik olarak güçlü bir ses çıkarmadığı hem de Ahmet-Hakan ilişkisinde “queerbating”e başvurduğu konusunda eleştirilse de durum kanımca daha farklı. Politik endişeler, Yurt’ta Ahmet’in hikayesini anlatabilmek için bir araç görevi görüyor. “Evet, Türkiye’de böyle bir durum var.” diye kabul ediyor sanki yönetmen. “Ve evet, işte size bunu yaşayan bir çocuğun hikâyesi.” Çünkü yönetmen, bir noktada çocukluğunda ikilemine düştüğü bu iki ayrı taraf arasında bir seçim yapmıyor; iki tarafa da objektif bir şekilde yaklaşıp bu konuların bir çocuğun psikolojisinde nelere yol açabileceğini anlatıyor. O yüzden Yurt, politik bir cevap beklenerek izlenmeye uygun bir film değil. Çünkü film, tıpkı Ahmet’in filmin sonunda yaptığı gibi, bir taraf seçmeden yalnızca derdini anlatıyor ve kimliğini böyle buluyor.



Yurt, aynı şekilde queer bir mercekten de incelenebilir. Ahmet’in arayışında olduğu sevgiyi Hakan’da buluşu, evinden koparılmasıyla hasretini çektiği ilgiyi ondan görüşü queer bir eksene götürüyor bizleri. Tuna, bir söyleşisinde bu ilişkinin dinamiği üzerine “abi-kardeş” yorumu yapmasının ardından epey eleştiri alsa da bu söylemine Altyazı Dergisi’ne verdiği röportajda şöyle açıklık getiriyor: 

Bu romantik aşkı da, babaya olan aşkı da, bir nevi o ağabey-kardeş ilişkisini de kurduğu Hakan’da buluyor. Bu diğer formları da onda yaşıyor gibi bir şey demek istedim. Dolayısıyla aşkı da yaşıyor, yani âşık oluyor çocuk, bunu daha nasıl kabul edebilirim? İlla “Evet” ya da “Hayır” dememi bekliyorlar.”



Nehir Tuna’nın Yurt’u: Sinematografi Harikası

Tartışmalı kısımları bulunan fakat bir yandan da acı bir gerçekliğe sahip senaryosu bir kenarda dursun, Yurt’un sinematografi konusundaki başarısını görmezden gelmek mümkün değil. Özellikle filmin sonunda renklenen sahnelerimizle Ahmet ve Hakan’ın sahilde geçirdiği sahnelerin karelerinin muazzamlığını anlatmaya bir noktada kelimelerimiz yetmeyebilir. Bu noktada, görüntülerle verilen metaforlar yine çok başarılı bir çizgide ilerliyor: İdeolojik döngülerin kırılmazlığını anlatan daire motifleri, Ahmet’in bâtıl inancı sonucu üç defa yakıp söndürdüğü ışığı, cehennemin sıcaklığını anlamak için şömineye soktuğu eli, ego ve nefsin timsali olarak fareler… İmgesel anlamda dolu dolu geçen bu filmin en özel sahnelerinden birisi de, filmin sonunda Ahmet’in babasının yeni bir yurt inşasına başladığı sırada kestirdiği kurban sahnesi. Akan kandan insan gölgelerinin göründüğü bu karede, babanın oğlu kurban etmesi motifinden İbrahim ve oğlunun öyküsüne yapılan gönderme yüzümüzde acı bir tebessüm oluşturuyor. Günün sonunda hikâye, Ahmet’in babasının da kişisel menfaatleri uğruna Ahmet’i, oğlunu kurban ediş hikayesi bu sonuçta. 


Yurt, ülkemizde benzer yollardan geçip benzer ikilemleri yaşamış, ailelerinden koparılıp yabancı bir çevrede büyümeye ve kendini keşfetmeye çalışmış belki de yüzlerce çocuğun sesi oluyor. Biz de biliyoruz ki, dünya dönmeye devam ettikçe sinema bu çocukların çıkaramadıkları sesleri olmaya devam edecek. Tıpkı Ahmet ve onun hikayesi gibi.

124 görüntüleme

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page