'Lisa Gül Araz hazırladı'
2011 yılında tamamlanan Ekümenopolis: Ucu Olmayan Şehir filmiyle belgeleselciliğe başlayan İmre Azem, sonrasında çektiği Agorafobi, Lamekan: Metalaşan Kentin Çöküşü, Kömür Belası gibi filmleriyle de kentsel dönüşüm ve rant sorunsalını derinleştirerek ele almaya devam etmişti. Bu yıl Documentarist kapsamında gösterilen Hatay: 17-24 Nisan 2023 ise, 6-20 Şubat depremlerinin ardından Hatay`da deprem sonrası süreci takip eden kısa bir tanıklığın filmi. İmre Azem’le kent ve deprem ilişkisini, Hatay’daki durumu ve belgeleme pratiğini konuştuk.
6 ve 20 Şubat’ta yaşanan depremler hakkında iki çalışmanız var: Biri mart ayında yapmış olduğunuz Deprem Dersleri, diğeri ise Hatay: 17-24 Nisan 2023. Deprem bölgesine gidip çekim yapma fikri nasıl gelişti ve Hatay filmi nasıl ortaya çıktı?
Aslında deprem bölgesine iki kere gittim. İlki depremin ilk haftası, depremin dördüncü günüydü. Deprem pazartesi günü oldu, biz perşembe günü Fatih Pınar’la beraber Adıyaman, Maraş ve Pazarcık bölgelerine gittik. Orada çok fazla bir şey çekemedim açıkçası. Çünkü çok tazeydi. Arama kurtarma hâlâ devam ediyordu, insanların psikolojisi çok farklıydı, acı çok fazlaydı. Zaten çekebilir miyim diye kimseye soramadım. Sormadan da çekmek zaten istemedim. Biraz fazla şey geldi, insanların hayatlarına, çok özel anlara izinsiz girmek gibi geldi. Hep kendimi hayal ettim mesela, ben onların yerinde olsaydım biri beni çekmek istese ne hissederdim? Açıkçası öyle dolaştım yıkıntıların arasında, çok bir şey çekemedim. Yıkıntı bina filan çektim ama o da bir yerden sonra hep aynı. Esas depremden iki buçuk ay sonra Hatay’a gittim. O daha bilinçli bir tercihti benim için. Hem biraz daha mesafelenmiş de olmuştum ve en azından İstanbul’da, -çevremde gördüğüm kadarıyla- o bölgeye dair pek ilgi kalmamıştı. Biraz o yüzden de gitmek istedim. Hem hatırlatmak için hem de gerçekten iki buçuk ay sonra durum nedir, ne oluyor, insanlar nasıl yaşıyorlar, nasıl barınıyorlar? Belki çok acil mevzular geride kalmıştır ve insanlar artık biraz daha önlerindeki hayata bakmaya başlamışlardır. Biraz öyle bir süreç çünkü iki buçuk ay sonrası. Biraz o süreci belgelemek için gittim. Şehir plancısı Tuğçe Tezer’in bağlantıları ve yol göstericiliğinde gittim aslında. Öyle çok daha programlı ve verimli bir hafta oldu. Zaten parasız, fonsuz filan gitmiştim, döndükten sonra da kendim kurguladım bir ayda. Hatay: 17-24 Nisan 2023 filmi de öyle çıktı.
Deprem Dersleri’nin çıkış noktası da Çiğdem Mater’in Mücella Yapıcı ile cezaevinde yaptığı röportaj. Çiğdem ile Mücella aynı koğuştalar. Depremin ardından Çiğdem, Mücella ile bir röportaj yapıyor Bianet’te yayınlanmak üzere.1 Dışarda olsaydı ben de Mücella ile bir röportaj yapardım diye düşündüm. Onun yerine bu yapılmış röportajı önce “video metnine” dönüştürerek düzenledik. Nazan Kesal seslendirdi, sonra ben bir kurgu yaptım üzerinden. 1999 Depremi’nden sonra arkadaşımız Ethem Özgüven’in yaptığı bir belgesel var. O da deprem sonrası süreci takip etmiş o zaman.2 Onun arşivindeki bazı görüntüleri kullandık. Fatih Pınar’ın birlikte gittiğimizde çektiği bazı görüntüleri, kendi gittiğimde çektiğim bazı görüntüler filan derken Deprem Dersleri de öyle oldu.
Peki Hatay’a gitmenizin sebebi Tuğçe Tezer’den edindiğiniz bağlantılar mıydı? Yani o erişim sayesinde daha planlı hareket edebileceğiniz için miydi?
Hayır, zaten Hatay benim hedefimdeydi. Tuğçe ile konuşmamız da buna vesile oldu aslında. Yoksa deprem Maraş merkezli denmesine ve Hatay aslında depremin merkez üssüne daha uzak olmasına rağmen, zemin yapısından dolayı ivme artarak Hatay’a varıyor. Yani o deprem dalgası Hatay’a varana kadar 7.8’den 9’a kadar çıkıyor ve en önemlisi de yüzeydeki yapılara zarar verme katsayısı denilen ivme çok yüksek Hatay’da. Diğer illerle kıyaslanamayacak bir yıkım var. Hem bu sebeple hem de deprem bölgesine ilk gidişimde Hatay’a gitmediğimden, Hatay’ı görmek istiyordum. Ölümlerin mesela yarısından fazlası Hatay’da. 11 ili kapsadığı söyleniyor bu depremin, resmi rakam 50 bin ölü ama tabii biliyoruz ki çok daha yüksek. Belki 300 bin-400 bin ve bunun da yarısından fazlası Hatay’da. Belki ideolojik olarak, politik olarak Hatay biraz daha unutulmuş durumda, çok göz önünde değil. Deprem bölgeleri zaten bir süre sonra medyanın ilgilendiği bir konu olmaktan çıkıyor ama Hatay özellikle kendi haline bırakılmış, devletin çok fazla ilgilenmediği bir bölge. Bu yüzden Hatay’a gitmek istiyordum zaten.
Deprem’den iki buçuk ay sonrası, aynı zamanda yeni konutların yapılmaya başlanması ve kentsel dönüşüm meselelerinin de devreye girdiği bir süreç sanırım. Sizin de özellikle takibini yaptığınız bir mesele.
Tabii kent ve afet meselesi hep iç içe. Yani İstanbul’dan bahsederken de biz aslında afetten bahsediyoruz. İstanbul’daki planlamadan, kentsel dönüşümden vesaire bahsederken de biz zaten depremden, afetten bahsediyoruz. Orda da bu tersinden oluyor. Yani afetten bahsederken kent planlamasından ve kentin yeniden planlanmasından, yeniden inşa edilmesinden, bazı şeylerin korunmasından bahsediyoruz. Bu afet ve kent meselesi zaten hep beraber konuşulması düşünülmesi gereken şeyler.
Belgeselde afet sonrası planlamanın yokluğunda örülen afet sonrası dayanışmayı görüyoruz. Hatay’da bu durum diğer kentlere nazaran daha fazla sanırım.
Hatay’da benim gördüğüm diğer kentlere nazaran çok belirgin bir aidiyet hissi olduğuydu. Hataylıların Hatay’a ait hissetmeleri, başka yerde yaşayamamaları, yaşasalar da zorlanmaları, hep bir Hatay özlemi hissetmeleri, böyle bir durum var Hatay’da. Bence Hatay’ın ayağa kalkması -Mimarlar odası Başkanı Mustafa Özçelik de söylüyor filmde- ancak bu ruhla olabilecek bir şey. Bu ruh da olmasa çok zor ve umutsuz bir durum var aslında Hatay’da. Hatay bir tek böyle bir aidiyet hissiyle, böyle bir ruhla hayata dönebilir.
Aslında demek istediğim böylesine bir yıkımın ardından süreci takip etmek ve bunu dramatize etmemek ancak direnişi, dayanışmayı göstererek mümkün olabilirmiş gibi.
Direniş tabii umudu temsil ediyor. Fakat dediğim gibi ben tanıklık yapmaya gittim aslında ve tanıklık yaptığım şey buydu. Ben özellikle insanlara umut vereyim dayanışma göstereyim diye çabalamadım yani, zaten var böyle bir şey.
Hiç mücadele olmasaydı, böyle bir meseleyi anlatmak çok zor olurdu gibi geliyor. Öyle bir örnek var mıdır bilmiyorum aslında…
Var, onu da çekiyorum. Tabii şimdi en ufak bir mücadele varsa onu göstermek gerekir bence, o değerlidir çünkü. Ama mesela şu an Süleymaniye’deki kentsel dönüşüme dair bir şey çekiyorum, İMÇ’nin yan tarafı. Orada da büyük bir kentsel dönüşüm yaşandı ve orayı araştırdıkça anlıyorum ki orası biraz sahipsiz gerçekten ve böyle bir direniş orada olmamış. Tam Gezi dönemine denk geliyor. Biz hepimiz Gezi’yle ilgilenirken orayı yıkmışlar yani.
Hatay’da diğer filmlerinize nazaran müdahale çok az. Daha çok meslek insanlarına ve Hataylılara kulak veriyorsunuz. Konudan mı kaynaklı, yoksa fonsuz ve tek başına kurgulanmasıyla mı ilgili?
Biraz formatından kaynaklı o basitlik, yalınlık. Bir kere zaten meselenin, çektiğim şeyin çok yüksek perdeden bir mevzu olması. Çok büyük acı, çok büyük yıkım, gerçekten dünyada çok nadir rastlanan bir deprem yaşadı Hatay. Yani bilim insanları bunu söylüyorlar, bu dünya literatüründe çok az görülen bir şey. İki üç deprem aynı anda yaşanıyor ve dakikalarca sürüyor. Onun için bunu zaten mümkün olduğu kadar az müdahaleyle, hiç dramatize etmeden, hiç müzik kullanmadan, hiçbir ekleme yapmadan, olduğu gibi vermeyi değerli buldum. Zaten o kadar dramatik ki… Filmin ismini de orada geçirdiğim bir haftanın tarihleri olarak koydum. Bir tanıklık çünkü o benim için. Bir haftalık bir tanıklık ve bu tanıklığın filmi. Biraz bu meseleye yaklaşımımdan dolayı öyle oldu diyebilirim.
Önceki filmlerinizde sık sık animasyonlara yer veriyorsunuz. Özellikle kanunları ve “Afet riskli alan ilanı” gibi meseleleri anlaşılır kılmak için. Konu deprem olunca kullanışlı olmadı sanırım.
Yine afet üzerine de öyle bir film yapılır ki anlatı için animasyon faydalıdır, o zaman kullanılır. Konunun deprem olmasıyla çok bir alakası yok aslında bu basitliğin. Bu basitliğin birinci sebebi bir tanıklık olması, onu önemsedim yani. Bu bir yaklaşım, konuya yaklaşım, deprem olmayabilirdi konu başka bir konu olabilirdi ama yine bir tanıklık filminde böyle bir basitlik tercih ederdim. İkincisi de zaman, aciliyet meselesi. Bir an önce çıkması için bütün o süslerden arındırılmış bir kurgu yaptım.
Öte yandan karşıtlığa da işaret ediyor kurgu, diğer filmlerinizde de sıkça kullandığınız arşiv görüntüleri ile.
Tabii, yani o karşıtlığı göstermek önemli diye düşünüyorum. Hatay filminde Tayyip Erdoğan’ın arşiv görüntülerini kullanıyorum. Sonuçta devlet ne diyor, devlet ne yapıyor, onların söylemi nedir? Yani izleyici bunları izlerken aslında böyle de bir politik arka planı olduğunu hissettirmek, onu vermek için.
Kurgudaki yalınlık konusunda aciliyetten bahsediyorsunuz. “Videoaktivist” bir reaksiyon gibi geldi bana bu aciliyet çünkü aslında işaret edilen kentsel dönüşüm ve soylulaştırma meselesine dair bir uyarı var filmde.
Evet, o yüzden karar verdikten hemen sonra gittim ve kendi standartlarıma göre, yani benim çalışma standartlarıma göre çok kısa bir sürede, bir ayda tek başıma kurgusunu yaptım. Biraz bu mevzuların zaman geçmeden, bir an önce duyulması, bilinmesi… O aciliyet hissinden dolayı öyle oldu.
Filmde görüştüğünüz harita mühendisi, alanda çalışan gönüllülerden bahsediyor ve sonra gönüllülere geçiş yapıyor film. Böyle rastlantılar oldu mu çekim sırasında?
Aslında onları önceden çekmiştim ben. Mimarlar Odası Başkanı Mustafa bahsediyor gönüllülerden, orda da gönüllülere geçiyor kurgu. Mustafa ile röportajı en son yaptım aslında. Yani diğer bütün görüntüleri toplamıştım zaten, Mustafa’nın röportajı da işte hepsini toparlayan bir nitelikte oldu. Öyle planlamamıştık aslında ama toparlayıcı oldu yani. Zaten Mustafa da bütün bu mevzuların içinde olduğu için, onun röportajı her şeye değinmiş oldu. O da anlatının iskeleti gibi filmde, hep arada giriyor bir şeyler söylüyor. Esas hikayenin bağlayıcı olan unsur oluyor. Ama yani filmde seyrettiğin kronolojide çekilmedi filmler.
Özellikle sahil işletmecisi olan depremzedenin Hatay’dan “kurtarılmış bölge” olarak bahsetmesi, ilk başta bir romantizasyon gibi hissettirmişti. Sonra bunu bu şekilde adlandırmanın yersiz olacağını düşündüm. Çünkü değişen koşullardan ziyade yaşam alanının ve pratiklerinin başına yıkılması söz konusu. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuyla ilgili, yaptığınız görüşmelerin ne kadarını kullandınız?
Yani mümkün olduğu kadar kesmeden kullanmaya çalıştım, yani o çekim yaptığım ortamı da yansıtacak şekilde kurgulamaya çalıştım. Hatta o doğallığı bozmamak için kendi sesimi kesmedim bazı yerlerde. Özellikle dramatize etmek için öyle bir cümle kullanmadım, bence çarpıcı bir şeydi söylediği, önemli bir şeydi. Onun kendi gerçekliğiydi. Orda onunla, ismi Mehmet Mehmet abiyle geçirdiğim vakit o sahneyi oraya koymam gerektiğini düşündürdü çünkü o hissiyatı geçirmişti bana.
Filmin adı bahsettiğiniz tanıklığın yanı sıra, belgeleme pratiğinizi de çağrıştırdı bana. Vimeo hesabınızda çoğunlukla kent meselelerine dair takip ettiğiniz eylemlerin vs. çekimlerini, tarihleriyle isimlendirip arşivliyorsunuz.
Bunun devamını da yapmayı istiyorum, bir daha ne zaman gidebilirim bilmiyorum. Belki bu ay sonu tekrar gitmek istiyorum. O formatı değiştirmeden, böyle hep bir haftalık tanıklıklar ama işte mesela dört ayda bir gidip, belki senelerce bunu yapıp, böyle bir bellek ve düzenli aralıklarla takip gibi bunu devam ettirmek istiyorum. Umarım olur.
Son olarak belgeleme pratiğinizi sormak istiyorum. 2014'ten bu yana takip ettiğiniz eylemleri, forumları, yıkımları belgeliyorsunuz. Vimeo hesabınız hem bu kayıtları hem filmlerinizi yüklediğiniz bir arşive dönüşmüş durumda. Nasıl bir anlam ifade ediyor bu pratik sizin için, neden yapıyorsunuz bunu?
Belgelemek ve arşivlemek birbirinin uzantısı iki eylem aslında. Belgenin bir değerinin olması için kamusal alanda erişilebilir olması gerekir, arşiv bunu sağlar. Ürettiğim bütün videoların, finansal destek almış olsun veya olmasın şifresiz, kamuya açık bir şekilde arşivlenmiş olmasında kamusal bir fayda olduğunu düşünüyorum, en azından bunu hedefliyorum. Bunun yanında bütün bu videoların kronolojik bir şekilde topluca bir yerde bulunmaları toplumsal hafıza için de önemli diye düşünüyorum.
Kaynakça
Deprem Defteri, 1999, Yön: Ethem Özgüven, Petra Holzer.
Comments