Where is the Friend’s Home? (1987), Life and Nothing More (1992) ve Through the Olive Trees (1994); İran’ın Koker köyü ve etrafında geçen, birbirlerine metinler arası bağlarla bağlı üç Kiarostami filmi. Her ne kadar Kiarostami tarafından zaman zaman bir üçleme olmadığı söylense de ben bu yazıda bu üç filmden Koker Üçlemesi olarak bahsedeceğim, ne de olsa Kiarostami’nin yalan ve gerçek arasında gidip geldiğini, izleyicinin aklıyla oynamayı sevdiğini biliyoruz[1]. İnanıyorum ki Koker Üçlemesi üzerine konuşurken yine Kiarostami’nin gördüğü bir gazete haberi üzerine çektiği Close-Up(1990)’ın bu üçleme üzerindeki etkilerini yok saymak büyük bir eksiklik olur, zaten Kiarostami’nin kendisi de Close-Up’ın sonraki filmlerini ne kadar etkilediğini söylüyor[2].
Ben, tıpkı Kiarostami’nin de dediği gibi tüm Kiarostami sinemasını tek bir film olarak düşünmeyi tercih ediyorum ve aslında tüm filmlerinde de aynı temalardan, fikirlerden bahsettiğini düşünüyorum. Sanırım bu temalardan en ortak olanının umut olduğunu da söylemek çok da yanlış olmaz. Koker Üçlemesinde yönetmenin anlatım tekniği ve kaygıları Close-Up’ın da etkisiyle değişmiş de olsa, umudun hep ön planda olduğunu görüyoruz. Bu yazıda da Where is the Friend’s Home? ile Life and Nothing More arasında çektiği Close-up’ın üçlemeyi ve özellikle üçlemesinin geneline yayıldığını düşündüğüm umut temasını nasıl etkilediğini konuşacağız.
Kiarostami sinemasında neorealist etkilerin belki de en çok görüldüğü Where is the Friend’s Home?. İran’ın önemli şairlerinden Sepehri’ye adanan ve ismini onun bir şiirinden alan bir film. En yalın haliyle de küçük bir çocuğun arkadaşına defterini ulaştırmak için çıktığı yolculuğun hikayesi. Çocuk hikayelerine aslında Kiarostami filmlerinden oldukça aşinayız, İran’ın hem devrim öncesi hem sonrası sansür ortamını düşünürsek çok da şaşılacak bir durum olmadığı bariz. Kiarostami kadınlara çok uzun yıllar filmlerinde yer vermediği için eleştirilebilir ve açık açık politik filmler yapmadığı için kendine otosansür uyguladığı da söylenebilir, fakat aynı zamanda bu filmlerin metaforik anlamlara ve dolayısıyla politik değerlendirmelere çok elverişli olduğunu da unutmamak gerekir.
Üçlemenin bu ilk filmi boyunca umutla arkadaşının evini arayıp ona defterini ulaştırmaya çalışan Ahmed’i görürken bir nevi yaşama da tanıklık ediyoruz. Close-Up öncesi çekilen bu film henüz sinemasında gerçek ve kurgu arasında gezinen filmler yapmaya başlamadan hemen öncesine denk geliyor. Kendini anlatamayan, dinlenmeyen, diğer pek çok Kiarostami karakteri gibi oldukça az konuşan ama kalbinde arkadaşını bulma umudu taşıyan bir çocuk Ahmed. Süslü, büyük hikayelerden hoşlanmayan Kiarostami’nin belki de en hayatın içinden ve basit hikayesi olan bu filmde, defteri arkadaşı Nematzadeh’ye ulaştırmaya çalışan Ahmed’in mücadelesinde görüyoruz umudu. Yılmadan, sonucunu çok da tartmadan aldığı yollarda, arkadaşı için ödev yapmayı sonradan akıl eden ama sonunda çiçeği de deftere iliştirmeyi unutmayan kocaman kalbinde. Bir yazısında “Sık sık fark ediyorum ki bir çerçevenin içinde olmadıkça önümüzde ne olduğunu göremiyoruz”[3] diyen Kiarostami’nin etrafında olan dünyevi şeyleri bir çerçeve içine sokup görünür yapma hikayesi diyebiliriz bu film için. Ve bu çerçevenin içinde, henüz seyircinin gerçek ve kurgu arasındaki ilişkiyi sorgulamasına neden olmayacak, filmin evreninde(diegesis) kalmış bir umudu gösteriyor bize. Tabii aynı zamanda Ahmed’i zikzaklı yollarda mücadelelere sokan ve arkadaşının yerine o ödevi yapmasını en baştan ona düşündürtmeyen Kiarostami, bize bu filmden önemli olanın vardığımız nokta değil aldığımız yol olduğunu da işaret ediyor.
Bu filmden sonra Close-Up’ı çekiyor ve gerçekle kurgunun iç içe geçtiği filmlerine böylece başlamış oluyor. İran’ın bir başka çok ünlü yönetmeni Mohsen Makhmalbaf gibi davranıp bir aileye yalan söyleyen Hossein Sabzian’ın gerçek hikayesi üzerine kurulu bir film Close-Up. Kiarostami’nin oyuncu ruhu[4] bu filmle beraber iyice görünürlük kazanıyor, film boyu hem kurgu hem gerçek sayılabilecek sahnelerle izleyiciyi kuşkuda bırakıyor ve bu hikaye gerçek mi senaryo mu diye düşünmeye itiyor. Sanırım bu oyuncu ruhunu en iyi filmdeki mahkeme sahnesinin gerçek olmadığını oğluna bile yıllar sonra itiraf edişinden anlayabiliriz[5]. Filmin sonundaki Sabzian ve Makhmalbaf karşılaşmasının çekiminde yaşanan teknik sorunlarınsa ne kadar gerçek olduğunu sanırım bilmemiz mümkün değil[6]. Ama bize Where is the Friend’s Home?’da hissettirdiği gibi, önemli olan sonuca varmak ve gerçeği bilmek değil belki de. Bu noktada bu filmin sadece kendi içinde gerçekle kurguyu nasıl iç içe geçirdiğini değil, Kiarostami’nin yalan söylemeden asla gerçeğe yaklaşamayız dediğini[7] ve filmin kendi evreni dışında kalan gerçekliği etkileme, yalanları gerçeğe çevirme gücünü de hatırlamak gerek. Ne de olsa bu film yayımlandıktan sonra Sabzian’ın yalanları birden gerçeğe dönüşmüştü; yanında kaldığı aile hakkında bir filmi vardı artık, kendisi İran’da ünlü olmuş ve hikaye yeni bir boyut kazanmıştı.
Close-Up’tan hemen sonra çekilen Life and Nothing More, Where is the Friend’s Home?’un yönetmeninin filmin geçtiği yerde olan deprem sonrası filmdeki Ahmed’i aramasını anlatıyor. Close-Up’ın etkilerini Kiarostami’nin film yapımını nasıl etkilediğini tam olarak bu filmle birlikte görmeye başlıyoruz. Karakterlerin hikayesi gerçekle kurgu arasına taşınıyor, film evrenindeki ve senaryo bağlamındaki umut aynı zamanda izleyicinin hikayenin gerçek olabilmesine dair olan umuduna dönüşüyor. Yönetmeni oynayan karakter Kiarostami’yi mi temsil ediyor, filmin hikayesi gerçeği mi anlatıyor, filmdeki karakterler kendilerini mi oynuyor? En önemlisi, Ahmed yaşıyor mu? Film boyunca seyirciye bu soruları sorduruyor Kiarostami. Yönetmenin Ahmed’i bulma umudunu gösteriyor bize, onun yaşadığını gösterecek gibi yapıp belirsiz bırakıyor. Bir de bölgede depremden hemen sonra olmasında rağmen hayatına devam eden insanları, akrabalarını kaybettikten sonra evlenen Hossein ve Tahereh’yi gösteriyor. Taste of Cherry(1997) filmiyle ilgili bir röportajda Kiarostami’nin yaptığı bir alıntı geliyor o zaman akıllara: “Without the possibility of suicide, I would have killed myself long ago.” Ölümü bilmeden yaşamaya devam etmek, yalan söylemeden ve kurgulamadan gerçeğe dair bir şeyler söylemek, olmama ihtimalini eleyerek de umudu göstermek mümkün mü? İşte böylece film evreninde (diegesis) yönetmen karakteri ve Koker’de hayatta kalanlar (bu noktada yine insanların anlattıkları gerçek mi yoksa onlar da senaryonun bir parçası mı anlayamıyoruz) üzerinden gösterdiği umudu aynı zamanda bir sihir gibi gerçek hayata taşıyor. Seyirciye hem filmdeki yönetmenin Ahmed’i bulma ve hayatta kalanların yaşama umudunu hem de Ahmed’in gerçek hayatta da depremden sağ çıkmış olması umudunu veriyor. Ama sonunda yine virajlı yollarda, içlerinden birinin Ahmed olması umuduyla iki çocuk silüetinin peşinden arabasıyla giden yönetmen karakterine yaptığı gibi, seyirciye de cevabı vermiyor ve umutlarıyla baş başa bırakıyor. Böylece bir kez daha, üstüne basa basa, önemli olanın sonuç değil, bize umudu veren o yol olduğunu gösterirken, umudu hem film evrenine hem de o evrenin dışına, gerçekliğe taşımış oluyor.
Through the Olive Trees’in konusuna ise kabaca Life and Nothing More’un çekim süreci diyebiliriz. Önceki filmde bize evli oldukları gösterilen iki karakter olan Tahereh ve Hossein’in hikayesi bu sefer oldukça farklı. Film çekimlerinde evli rolü yaptıkları zamanlar hariç Hossein aşık olduğu Tahareh’i umutla evliliğe ikna etmeye çalışıyor. Kiarostami yine film boyunca bize neyin kurgu neyin gerçek olduğunu sorgulatıyor. Hossein ve Tahareh’nin ilişkisine dair gerçek olan neydi, filmdeki çekim sahneleri gerçek mi yoksa sadece kurgunun bir parçası olarak mı hazırlandı? Ve daha birçok soru… Bir önceki filmde cevabını vermediği bir soruyu bu filmde cevaplıyor, üçlemenin ilk filmindeki Ahmed ve Mohammed Nematzadeh’yi bu filmde gösterip ikinci filmde yönetmenin aradığı Ahmed’in hayatta olduğunu gösteriyor. Ama yine oyuncu ruhunu göstermeyi ve gerçekle kurgu arasında gezinmeyi ihmal etmiyor; çocukların filmdeki isimlerini birbirleriyle değiştiriyor. Anlatıya gerçek ve kurgu üzerinde gezinen, film evreninin dışına taşan yeni katmanlar eklemeye devam ediyor yani. Filmin sonunda yapacağını tekrar yapıyor; zeytin ağaçlarının arasında Tahareh’nin arkasından koşan Hossein’i uzun uzun gösteriyor. Tahereh’yi yakaladı mı, Tahareh ona ne cevap verdi tabii ki göstermiyor. Hatta Kiarostami film sonrası bir röportajda Tahareh’nin Hossein’e ne cevap verdiğini soran görüşmeciye “Bilmiyorum. Duymak için çok uzaktık.” diye cevap veriyor[8]. Yine film evrenindeki umudu gerçek hayata taşıyor; seyirciler olarak hem film evrenindeki Hossein karakterinin umudu hem de filmin evreni dışında ikisinin hikayesinin gerçek olup olmadığına ve Tahareh’nin cevabına dair olan umudumuzla baş başa kalıyoruz. Tabii ki önemli olanın gerçek ya da sonuca ulaşmak olmadığını, yol boyunca içimize işleyen umut olduğunu tekrar hatırlayarak.
[1] Örneğin bir röportajında (https://www.youtube.com/watch?v=nFbHBN0UqO4&t=303s) Close-Up’taki mahkeme sahnesi gerçek olmadığından hiç bahsetmezken, oğlu Ahmad Kiarostami’nin röportajında (https://www.youtube.com/watch?v=mZIsVjDGjHY) o sahnenin de kurgu olduğunu görüyoruz. [2] https://www.youtube.com/watch?v=nFbHBN0UqO4&t=303s [3] “I've often noticed that we are not able to look at what we have in front of us, unless it's inside a frame.”: https://www.theguardian.com/artanddesign/2009/jul/29/photography-abbas-kiarostami-best-shot [4] Kendi oğlu Ahmad Kiarostami’nin de babası için dediği gibi: https://www.youtube.com/watch?v=mZIsVjDGjHY [5] Yine Ahmad Kiarostami röportajında: https://www.youtube.com/watch?v=mZIsVjDGjHY [6] Close-Up üzerine bir röportajda bahsediyor bundan: https://www.youtube.com/watch?v=nFbHBN0UqO4&t [7] “We can never get close to the truth except through lying.”: https://autonomies.org/2016/07/for-abbas-kiarostami-the-singular-beauty-of-truth-or-the-illusion-of-being/
[8] “I don’t know,” Kiarostami says. “We were too far to hear.”: https://screencomment.com/2016/07/kiarostami-twenty-years-ago-interview/
Comments