Büyük bir sözle başlamak gerekirse, And Then We Danced’in sadece Call Me By Your Name’in bir versiyonu olduğunu söylemek filmin önemini göz ardı etmek ve LGBTQ sinemasını fazlaca basite indirgemek demektir. (Tabi ki, 2020’de LGBTQ sineması diye ayırmak da bazılarına yanlış gelebilir ama hep bu bağlamda konuşulduğu için ben de bu bağlamda ele alacağım). Bir izleyici olarak filmler arası paraleller kurmayı ben de seviyorum. Sevdiğim filmlerde benzer çekimlerin kullanılmasını, benzer temaların işlenmesini görmek daha önce izlediğim filme karşı içimde nostaljik duygular uyandırıyor. Ayrıca, tabi ki filmler birbirlerini etkiliyor, birbirlerinden esinleniyorlar. Ancak, sadece ana konuları benzer ya da yakın olan filmleri bir çatı altında toplayıp birini diğerinin bir kopyasını indirgemek de pek doğru gelmiyor bana. Özellikle, o filmlerden birinin apayrı bir politik ve tarihsel önemi varsa.
İlk bakışta And Then We Danced de Call Me By Your Name de ana erkek karakterin cinsel yönelimini keşfettiği tipik “coming of age” filmlerinden gibi gözükse de ikisinin iletmeye çalıştığı mesajlarda büyük farklar var. Call Me By Your Name, genç bir erkeğin ilk aşkını yaşaması hakkında. Elio’nun her şeyi aynı anda hissedip en sonunda kalbinin kırılmasını anlatıyor. Elbette, film hem kendini sorgulamak gibi konulara da sahip hem de Elio ve Oliver’in yaşadıkları dönemde iki erkek olarak birlikte olamadıkları için kaçınılmaz ayrılıklarına. Filmin LGBTQ gençliği açısından ve LGBTQ sinemasının gelişimi açısından belli bir öneme sahip olduğu iddia edilebilir. Buna ben de karşı çıkmam (tabi ki filmin hepimizin bildiği ama şu an bahsetmeyeceğim tartışmalı yanlarını bir kenara koyarsak). Bunlara rağmen, Call Me By Your Name özünde bir aşk filmi. And Then We Danced ise bambaşka bir hikaye. Film, yalnızca aşk ile ilgili değil. Gelenek kavramının tanımıyla ilgili. Gelenek kavramını nasıl yorumlamanız gerektiğini veya hayatınızı nasıl yaşamınız gerektiğini size kimsenin söylemeyeceği ile ilgili. Bu bildiğimiz gelenek tanımına karşı gelme Gürcü dansı üzerinden anlatılıyor. Film ilerledikçe, Merab kendini buldukça dans edişi de değişiyor. Homofobi ve maskülinite gibi temalar filmde çokça yer alıyor ve izlerken, siz her ne kadar birlikte olmalarını isteseniz de Irakli ve Merab’ın birlikte olamayacakları sürekli gözünüze sokuluyor.
And Then We Danced aşık olmakla başlamıyor ve bir ayrılıkla da bitmiyor. Gürcü LGBTQ topluluğunun diğer üyelerine de Merab’ın gece kulüplerindeki gezintisi sırasında bir bakış atıyoruz. Bir anlığına dahi olsa Merab, tahminen ilk kez bir erkekle ilişki yaşayan genç bir adam, topluluğun kalanına karşı asla yargılayıcı yaklaşmıyor. Filmin yönetmeni Levan Akın’ın daha derin bir amacı olduğu ortada. Filmin yapım aşamasına dair ufak bir araştırma gösteriyor ki filmin çekimine bile başlamaları yıllar sürmüş çünkü ülkede çekim yapma istekleri durmadan Gürcistan tarafından reddediliyormuş. Başrol, yani Merab’ı canlandıran Levan Gelbakhiani filmde oynamayı beş kere reddettiğini ve ancak ailesi ve arkadaşlarıyla konuştuktan sonra rolü kabul ettiğini söylüyor. Koreograf isimsiz kalmayı seçmiş durumda. Film, Gürcistan’da gösterime girdiğinde aşırı sağ grupların protestosuna uğradı. Durum o kadar ciddiydi ki seyirciler salona polis eşliğinde girdiler ve salondan polis eşliğinde çıktılar. Daha da geriye gidersek Levan Akın, 2013’te Tblisi’deki ilk pride'da yaşananları, pride'ı düzenleyen küçük gruba aşırı sağcıların saldırmasını, haberlerde okuduktan sonra bu filmi çekmek için esinlendiğini söylüyor. And Then We Danced’de farklı bir kalp kırıklığı, farklı bir hayal kırıklığı var. Bu da en güzel Merab’ın abisi David’den bir alıntıyla özetlenebilir: “You need to get out of Georgia, Merab. You got no future here. Do you understand?” (“Gürcistan’dan gitmen gerekiyor Merab. Burada bir geleceğin yok. Anlıyor musun?”) And Then We Danced’i ‘trajik gay sinemasına’ bir ekleme olarak görebilirsiniz ama bana kalırsa bu filme sadece yüzeysel ve batı tarafından gelen bir bakış açısı. Gürcistan’dan bir hikaye mi izlemek istiyorsunuz? Bu Gürcistan’dan bir hikaye. Filme getirilebilecek bir başka perspektifse, her şeye rağmen, bütün acılara rağmen, Merab’ın artık kendini biliyor ve kendini kabulleniyor oluşunu kutlamak. Bundan sonra Merab için,kendisini saklamadığı, bir ideala uymaya çalışmadığı, kendince bir gelenek tanımı yarattığı bir gelecek hayal edebilirsiniz. Son sahne, son dansı ise bunun kanıtı. İşte filmin bu dopdolu anlamı yüzünden insanların neden And Then We Danced’i, Call Me By Your Name 2.0 olarak adlandırdığını anlamıyorum. İki filmi de izlediyseniz genel ortak noktalarının sadece “coming of age” teması olduğunu görebilirsiniz. Yani Eight Grade’e, Lady Bird 2.0 demiyoruz değil mi? LGBTQ sineması altında kategorilendirilen filmleri birbirleriyle bu kadar kıyaslamak ve filmleri başka bir filmin bir versiyonu olarak adlandırmak bana kalırsa o filmlerin değerini azaltıyor. Aslında, çoğunun ‘coming out’ ya da cinsel yönelime dair bir keşif üzerine olmaları ve bunların genelde genç karakterler üzerinden anlatılmaları pek de şaşırtıcı değil. Ama hepsine ayrı ayrı mercek tutarsak bu konuyu aynı şekilde ele almadıklarını görebiliriz. Bazen Call Me By Your Name’deki gibi derin bir yaz aşkıyla karşılaşıyoruz, bazen The Way He Looks’taki gibi arkadaşlığın aşka dönüşmesiyle karşılaşıyoruz, bazen de And Then We Danced’deki gibi aşkı kaybedip kendini bulma durumuyla karşılaşıyoruz. Kısacası, bu yazının ana fikri galiba insanlara And Then We Danced’in, Call Me By Your Name’den veya kıyaslandığı diğer filmlerden daha farklı bir anlamı ve önemi olduğunu hatırlatmak. Trajik bir klişe olarak görülen hikayenin aslında şu an yaşandığını hatırlatmak. Kişisel olarak ben, And Then We Danced’in yapımında yer alan herkesin ne kadar cesur olduğunu düşünmeden duramıyorum. Özellikle genç olan ekibi bana ilham vermeye devam ediyor. Gürcistan’daki gençlik için olan önemini ise tahmin bile edemiyorum.
Comments