Bize geçmişi hatırlatacak objeleri neden yanımızda tutarız? Yaşam alanlarımızı neden eski fotoğraflar, hatıra defterleri, bir zamanlar ziyaret ettiğimiz fuarın birinden aşırdığımız broşürlerle doldururuz? Anı imgelerinin, mekanlara bellek aracılığıyla çıkılacak nostaljik bir yolculuğa olanak verecek şekilde yerleştirilmesi bundan üç yüz yıl önce Aristotelesçi düşünce tarafından “Ars Memoria”, Hatırlama Sanatı, olarak adlandırılmıştı. [1] Mekan ve hafıza arasındaki birbirini besleyen bu ilişki farklı disiplinler tarafından yıllardır üzerine düşünülen bir konu olmasının yanında kendine sinemada da yer buluyor. Unutmak, unutulmak, geçmiş ile şimdinin çatışması ve sinema aynı çatı altında düşünüldüğünde akla gelecek filmlerden ikisi hiç şüphesiz Billy Wilder’ın Hollywood’un altın çağını hicvettiği Sunset Boulevard’ı ile, Robert Aldrich’in zamanının iki ‘Grande Dame’ını bir araya getiren filmi What Ever Happened to Baby Jane. Bu iki film de yaşam alanlarını doldurdukları anı imgeleri aracılığıyla kendilerini geçmişe hapseden karakterleri üzerinden benzeşiyorlar. Sunset Boulevard’ın Norma Desmond’ı ile Baby Jane’in Jane Hudson’ı, kaderleri bir noktada örtüşen iki unutulmuş yıldız, kendilerine geçmişi hatırlatacak ve geçmişi bugünde yeniden inşa etmelerine olanak tanıyacak bir hatıra havuzunun içinde, yaşadıkları evleri “bugün”den kaçıp “dün”e sığınmanın bir aracı olarak kullanıyorlar.
Sunset Boulevard’ın ana çatışması filmin kafası karışık protagonisti, senarist Joe Gillis’in arabasını haczedecek olan memurlardan kaçarken yıkık ve terk edilmiş gibi görünen büyük bir malikaneye sığınmasıyla başlar. Joe Gillis, malikanenin bir sahibi olduğunu henüz fark etmeden burayı Charles Dickens’ın ünlü romanı “Büyük Umutlar”daki yaşlanmış Miss Havisham’ın evine benzetir. Gerçekten de Miss Havisham ıssız malikanesi, üzerinden yıllardır çıkarmadığı solmuş gelinliği ve kendini geçmişte tek bir “an” içerisine hapsetmiş oluşu düşünüldüğünde Joe’nun karşısında duran hüzünlü malikanenin sahibine çok benzer. Evin sahibi Norma Desmond yeni film endüstrisinin her geçen gün evrilen dinamiklerine uyum sağlayamadığı için yıllar önce ışığını yitirmiş ve tıpkı malikanesi gibi unutulduğu için dünyaya küsmüş bir sessiz film yıldızıdır. Norma Desmond evinin penceresinden Joe Gillis’i fark etmesi ve bir yanlış anlaşılma sonucu evine çağırarak bir film yazarı olduğunu öğrenmesinin ardından Joe’dan ünlü film yönetmeni Cecil B. DeMille’e yollamak için yazmakta olduğu senaryosuyla ilgili yardım ister. Norma’nın geçmişte üzerinde parlayan spot ışıklarını yeniden kendine çevirme tutkusunun odağı olmuş bu film projesi Joe’nun yardımıyla hayata geçecektir. Teklifi kabul etmesiyle birlikte Joe kendini üzerinde hakimiyete sahip olmadığı, yalnızca teslim olup kendini olayların akışına bırakabildiği pasif bir konumda bulur. Çok kısa bir süre içinde sahip olduğu tüm eşyalar evin Norma ile birlikte yaşayan tek sakini ve Norma’nın yaveri Max tarafından malikaneye yerleştirilmiş ve Joe malikanenin üçüncü sakini haline getirilmiştir. Böylelikle Norma, yazdığı film senaryosunu ve yıllardır özlemini duyduğu spot ışıklarına yeniden kavuşma şansını Joe’nun ellerine teslim edip karşılığında ona kalacak yer ve geçinecek para sağlayarak Joe’yu rehin alır.
Norma’nın seyirciyle tanıştırıldığı ilk sahneden itibaren bu yalnız kadının geçmişle şimdiyi birbirinden ayıramadığı bir sanrının içine düştüğünü anlarız. Fikri sorulacak olursa o hala eskiden olduğu gibi güzel, yetenekli ve “büyük” bir isimdir. Şöhretini kaybetmiş oluşu kendisiyle ilgili bir sorun değil “sesli” film endüstrisinin düştüğü yanılgının bir ürünüdür. Kendisine eskiden büyük biri olduğunu söyleyen Joe’ya şöyle cevap verir: “Hala öyleyim. Küçülen şey filmler.” Norma’nın karakterini üzerine kurmuş olduğu ben-merkezcilik ve geçmişten beslenen sevgi, geçmişi statik bir an olarak ayakta tutarken şimdiki zamanı aşağılar ve ikisi arasında bir çatışma yaratır.
Unutulmuş olmanın Norma’nın üzerinde yarattığı yıkıcı halin bir sonucu olarak meydana gelen bu çatışma Norma’nın “iktidar alanı” olan, kontrolü elinde tuttuğu ve içerisinde yaşadığı malikanesi aracılığıyla beslenir. Büyük, gösterişli eşyalar, ahşap oymalı mobilyalar, parlak ve göz kamaştıran çerçevelerde Norma’nın genç ve güzel fotoğrafları ve odalar arası geçişi sağlayan büyük kemerler ile burası adeta Norma’nın bir zamanların şov dünyasında elinde tuttuğu iktidarı şimdilerde de sürdürmesine olanak tanıyan bir nostalji sarayıdır. Film boyunca malikanede yapılan tek değişiklik Norma’nın parke zemini mermer zeminle değiştirmesidir ki bu değişim de eski bir sessiz film yıldızı olan Rudolph Valentino’nun yıllar önce mermer zeminin tango için ideal olduğunu iddia edişine dayanmaktadır. Öyleyse bu da ileriye yönelen bir değişimden ziyade bir geriye dönüş girişimi değil midir? Oturma odasında Norma’nın farklı açılardan ve farklı zamanlarda çekilmiş büyüklü küçüklü çerçevelere yerleştirilmiş onlarca portresini, çekmecelerden taşan hayran mektuplarını ve imzalı fotoğrafları şaşkınlıkla karşılayan Joe kendine ve aslında bize sorar: “Norma Desmond’la dolup taşan o evde nasıl nefes alabiliyordu?”
Bir ismin bir “fikir” haline getirildiği ve kutsallaştırdığı, geçmişin bir parçası olan o fikrin “bugün” içerisinde canlandırılmaya çalışıldığı bu eve benzer bir başka ev de What Ever Happened to Baby Jane’in Jane ve Blanche kardeşlerinin yaşadığı ürpertici evdir. Tıpkı Norma’nın malikanesi gibi pencereleri tellerle örülü bu evde Blanche gizemli bir kaza sonrası mahkum kaldığı tekerlekli iskemlesinden kalkıp hayata karışamadığı için, Jane ise çocuklukta elinde barındırdığı göz kamaştırıcı şöhreti büyüdüğünde yitirdiği ve şimdilerdeyse kardeşi Blanche’e bakmakla yükümlü olduğu için tutsaktır.
Geçmişe duyulan arzu bu sefer hem tekerlekli iskemleye mahkum kaldığı için film endüstrisinden çekilmek zorunda kalan Blanche’de hem de güzelliği ve ünü önce yıllara sonra da kız kardeşinin kendini gölgeleyişine yenik düşmüş olan Jane’de açığa çıkar. Blanche televizyonda yayınlanan eski bir filmini ilk defa görmüşçesine gıptayla izler ve filmin verdiği keyif içinde yaşadığı zamanın endişeleri ve sorunlarından uzaklaşmanın bir aracına dönüşür. Jane’in durumu ise daha saplantılı bir vaziyete evrilmiştir. Jane kız kardeşi Blanche’in kendisine bağlı oluşundan onun üzerinde sert bir iktidar kurarak faydalanır. Kendisinin “dışarı”yla olan bağı kesilmiştir, o zaman Blanche’in de kesilmelidir. Blanche’e gelen hayran mektupları ve telefonları teker teker reddeder, dışarıyla kurulacak herhangi bir iletişimi engellemek için çırpınır ve böylelikle kendisiyle birlikte kardeşini de bu geçmişte yaşayan evin içine hapseder. Norma Desmond’ın Joe’yu esir alışı gibi Jane de Blanche’i esir almıştır. Onun kardeşinin ve böylelikle “bugün”ün üzerinde hakimiyet kurarak kendi nostalji fantezisini gerçekleştirme imkanını içinde yaşadığı ev sağlar.
Eskiden sahnede söylediği şarkıların nota kağıtları, bir çocuk yıldızken sahnede giydiği eski kostümler, kendisini şöhret eden babasıyla çekilmiş mutlu fotoğraflarıyla dolup taşan bu evde Jane’in geçmiş saplantısını şiddetli şekilde besleyen en kritik obje “Bebek Jane” oyuncağıdır. Jane Hudson’ın marka değerinin bir sembolü olan, onu sahnede şarkısını söylerken hayranlıkla izlendiği “an” içine yeniden yerleştiren bu oyuncak Jane’in film boyunca sevgi ve şefkatle yaklaştığı tek şeydir. Jane şimdilerde yaşı geçmiş bir kadın olmasına rağmen saçlarını bu oyuncak gibi toplar, bu oyuncak gibi giyinir ve bu oyuncak gibi gülümser; “Bebek Jane” oyuncağıyla adeta özdeşleşir. Eve yerleştirilmiş ve geçmişi kutsallaştırmanın bir aracı olarak kullanılan bu oyuncakla birlikte küçükken sahnede söylediği şarkılardan birini söylemeye başlar ve bu oyuncakla özdeşleşme hali geçmişiyle kurduğu hastalıklı bağı besler.
Yeniden Sunset Boulevard’a dönecek olursak Jane’in oyuncak bebeğinin üstlendiği rolü Sunset Boulevard’da Norma Desmond’ın film koleksiyonu üstlenir. Geceler boyu büyük salona yansıtılan projeksiyon ışığında iştahla izlenen, Norma Desmond’ın başrolünü üstlendiği sessiz filmler Norma’nın zihnindeki nostalji fikrini idealize etmeye yardımcı olur. Sunset Boulevard’daki bir diğer kritik mekan da Norma’nın Joe’ya düzenlettiği film senaryosunu onaylatmak için yönetmen Cecil B. DeMille’e götürdüğü yer olan Paramount Stüdyoları’dır. Bu mekandaki tüm dekorlar Norma’nın geçmişe duyduğu açlığı perçinleyecek objelerden oluşur. Kameralar, ışıklar ve perdeler arasında Norma’nın zihni gerçeği çarpıtarak ona “yıldız Norma Desmond” olduğu zamanları yeniden yaşatır. Bu mekan içinde “yeni” olan tek bir obje vardır: set mikrofonu. Mikrofon insanlar arasında gelip giderken Norma’nın şapkasının tüyüne değen mikrofona rahatsızlık duyan bir ifadeyle bakıp onu iterek kendisinden uzaklaştırması zihnindeki geçmiş/şimdiki zaman çatışmasının dışavurumuna örnek teşkil eder. DeMille Norma ile geçmiş yıllarda kurulmuş dostlukları ve Norma’ya duyduğu acımayla karışık saygı sebebiyle senaryosunu beğenmediğini dürüstçe dile getirmek yerine onu oyalayarak evine gönderir. Joe ve Max ise gerçeği bilmelerine rağmen Norma’nın gerçekle yüzleşmesine izin vermezler.
Joe’ya itiraf ettiği sahnede aslında Norma’yı keşfeden yönetmen ve kendisinin ilk kocası olduğunu öğrendiğimiz Max, filmde Norma’nın geçmişle iç içe girmiş çarpık zaman algısını sistematik olarak pekiştirmesi sebebiyle kritik bir karakterdir. Norma’ya karşın akıp giden zamanın bilincinde olmasına rağmen Norma’yı uyarmamakla kalmaz aksine onun mutlu kalması pahasına içinde yaşadığı nostalji fantezisini sürdürmek için çabalar. Norma’yı ve kendini istemlice malikanedeki konfor alanlarının içine yerleştirir, ona sahte hayran mektupları yazar, dışarıdan gelecek haberleri Norma’nın hatıralarla bulanıklaşmış şimdiki zaman algısına zarar vermeyecek şekilde düzenleyerek iletir ve bu konfor alanını organize etme yetkisini elinde barındırarak o da Norma gibi “geçmiş”e tutunmuş olur.
Sunset Boulevard ve What Ever Happened to Baby Jane’de karakterlerin iç çatışmalarını ve geçmişi şimdiden ayırma konusundaki ısrarlı reddedişlerini vurgulayan benzer diğer iki obje de aynalar ve evdeki ankesörlü telefonlardır. Norma ve Max evi ne kadar dünün hatıralarıyla bezerlerse bezesinler ayna “şimdi”nin yansıtanı olarak evde yerini almak zorundadır. Norma’nın sağlıksız şöhret özlemi ve nevrotik karakteri aynalarla bakıştığı sahnelerde vurgulanır. Norma aynaların karşısından ifadesizce geçip gidemez, “bir yıldız gibi görünme” arzusu aynalarla yüzleştiğinde perçinlenir, Joe ile tartışmasının ortasında aynayla göz göze geldiği sahnede yaşadığı anın içinden sıyrılır ve aynaya bakarak yapmacık ve abartılı ifadelerle poz vermeye başlar. Baby Jane’in Jane Hudson’ı için durum biraz daha farklıdır. Tüm çabalarına rağmen “Bebek Jane Hudson”’a benzemediğinin farkındalığını aynayla yüz yüze gelince yaşayan Jane, büyük bir hayal kırıklığıyla sinir harbi geçirir. Ayna evinde ona görmezden gelmeye ve sırtını dönmeye çalıştığı gerçekliği çarpıtmadan yansıtan tek nesnedir. Ankesörlü telefonlarsa her iki filmde de karakterlerin güvenli konfor alanlarının dışından, “dışarıdan” gelecek bir müdahaleyi temsil ediyor oluşları bakımından gerilim unsuru olarak ortaya çıkarlar. Jane Blanche’e gelen telefonları kabul etmez, Blanche’in telefonu kullanmasına izin vermez ya da telefonla yaptığı aramalar üzerinden ev içine dışarıdan herhangi bir müdahaleyi engeller. Sunset Boulevard’da ise telefon dışarıdan haber getirir ama bu haber hiçbir zaman Norma’yı tatmin etmez, aksine telefonla ulaşan haberlerden sonra malikane içinde gerilim yükselir.
Hem Sunset Boulevard’da hem de What Ever Happened to Baby Jane’de filmi domine eden iç çatışma, bir suçun işlenmesi üzerinden dış çatışmaya evrilerek doruk noktasına ulaşır. Her iki filmde de bu suç bir cinayettir. Norma kendisine içinde yaşadığı hayatın bir yalan olduğunu söyleme cesaretini bularak onu ve malikanesini terk etmeye kalkışan Joe’yu evinin bahçesinde silahla vurarak öldürürken Jane de kurmuş olduğu düzenini, artık tamamen üzerinde kontrol sağlamış olduğu Blanche ile arasındaki dinamiği bozmaya ve kendisini ihbar etmeye kalkışan ev işlerinden sorumlu yardımcısı Elvira’nın hayatına son verir. Bu iki suç da karakterlerin bozunmuş gerçeklik algılarının vardığı son raddeyi gözler önüne serer. Yaşadıkları nostalji rüyasından sıyrılıp gerçekliğe karışmaktan duydukları çekince ikisine de bu nostalji rüyasına saldırmaya teşebbüs eden unsurları yok ettirir. Burada fark ederiz ki nostaljinin bir “rüya” oluşu klasik “nostalji” anlatısının karşısında yer alan hatta nostaljinin aslında bir “rüya” olmayabileceğini tartışmaya açan şekilde işlenir. İki film de işlenen suçun teşhisi ve zanlıların yakalanması üzerine nihayete erer ve çarpıcı son sahneleri bakımından da benzeşirler.
Jane Hudson, Elvira’yı öldürdükten sonra odasında bağlı tuttuğu Blanche’i alıp evinin dışında kendisini güvende hissedeceği bir başka mekana kaçırır. Bir çocuk yıldızken babasıyla şarkı provalarını yaptıkları bu sahil, geçmişin hatıralarıyla dolu bir başka mekandır. Jane’in bu sahile yüklediği anlam ve mekandaki geçmişi hatırlatan unsurlar, etraftaki kalabalığı algılayışını dahi çarpıklaştırır. Öyle ki polisler Jane’in sahilde olduğunu tespit edip tutuklamak için geldiklerinde Jane etrafına toplaşan meraklı kalabalığı yıllar önce babasıyla aynı sahilde şarkılarını söylerken kendisini izlemek için toplaşan kalabalıkla özdeşleştirerek eskiden yaptığı gösterinin aynısını bu sefer polisler ve meraklı halktan oluşan kalabalığa sergilemeye başlar. Mekanın beslediği sanrıların ışığında izlenme hali artık kaynağından bağımsız bir zevk unsuruna dönüşmüştür. Aynısı Sunset Boulevard’ın son sahnesinde polisler ve gazeteciler eski yıldızın işlediği suçun haberini yapmak için eve toplaştıklarında da görülür. Odasında şimdiki zamandan tamamen kopmuş vaziyette aynaya bakarak hazırlanan Norma etrafındaki polis memurlarına cevap vermeyi reddeder, onları duymaz. Bu insan kalabalığı onun için set çalışanlarının oluşturduğu kalabalığa denktir, merdivenlerin başında kendisini bekleyen büyük kameralar ve ellerinde not defterleriyle duran polis memurlarının karşısına suratında teatral bir ifade ve yeniden spot ışıklarının altında olmanın verdiği keyifle çıkar. Bu noktada malikanenin merdivenleri yazdığı senaryodaki sarayın merdivenlerine; Norma ise yazdığı senaryodaki karaktere, Prenses Salome’ye dönüşür. Jane için olduğu gibi Norma için de mekan artık yalnızca bir tetikleyici olmaktan çıkarak nostalji fantezisinin bir ürününe dönüşmüştür. Sunset Boulevard’ın klasik final sahnesi Norma Desmond’ın son repliğiyle böylece taçlanır: “Tamam Bay DeMille, yakın çekim için hazırım.” [2]
Denebilir ki L.P. Hartley’in Arabulucusunun ilk sözlerinde de dendiği gibi “yabancı bir ülke” [3] olan geçmişe saplantılı bir tutkuyla bağlı karakterleri üzerinden Wilder ve Aldrich bize çarpıcı bir geçmiş-şimdi çatışması izletir. Hatırlanma tutkusunun mekan ve ona kimliğini veren nesneler aracılığıyla beslendiği bu iki hüzünlü hikaye, film endüstrisinin daha önce irdelenmekten çoğu kez kaçınılmış karanlık ve yıkıcı tarafını cesurca eleştirmenin yanında bilindik anlatılarda romantik bir üslupla betimlenen nostalji unsuruna da farklı bir yerden bakar; onun tekinsiz ve rahatsız edici tarafıyla biz izleyenleri yüz yüze getirir.
Kaynakça
[1] Pınar Melis Yelsalı Parmaksız, “Belleğin Mekanından Mekanın Belleğine: Kavramsal Bir Tartışma” ilef dergisi 6 (Bahar 2019): 7-26.
[2] “Alright Mr. DeMille, I’m ready for my close-up.”
[3] “The past is a foreign country; they do things different there.”: https://www.thewhitereview.org/feature/the-past-is-a-foreign-country/
Comentarios