Günümüz toplumunun etkisini her alanda sürdüren hızlı tüketim alışkanlığının başlıca yansımasını televizyon sektöründe de görmek mümkün. Dijital platformların yükselişi ve artan rekabet ortamı sonucunda diziler de büyük bir dönüşüm geçirmekte. Uzun soluklu dizilere olan talebin azalması, izleyicilerin alternatif işlere yöneliyor olması günümüzde arayış içindeki sektöre geçmişten bir kapıyı aralıyor. Antoloji serilerinin yıldızı son yıllarda yeniden parlamaya başlıyor.
50’li yıllarda dönemin Amerika’sında altın çağını yaşayan, The Twilight Zone, Alfred Hitchcock Presents, Playhouse 90 gibi örnekleriyle hafızalarımızda yer edinen antolojiler günümüzde çeşitli şekillere evrilerek varlıklarını sürdürmeye devam ediyor. Ancak yeni kuşağa aktarılması ve ardıllarına öncü olması ile bu türün günümüzde yeşeren ilk filizinin American Horror Story olduğunu söylemek gerek.
Nip/Tuck, Glee gibi projelerdeki iş birlikleriyle tanıdığımız Ryan Murphy ve Brad Falchuk imzalı, 2011’de yaratılan korku-drama türündeki antoloji dizisi, türünün diğer örneklerinden her bölümden ziyade sezon bazında işlediği bağımsız hikayeleriyle ayrışırken sezonlarında ele aldığı Amerikan korku klişelerini etkili işleyiş biçimiyle izleyicilere antoloji türüne dair yenilikçi bir perspektif sunuyor.
Dizi, kadrosunda her sezonda farklı karakterleri canlandıran Jessica Lange, Kathy Bates, Angela Bassett, Sarah Paulson, Evan Peters, Denis O’Hare, Lily Rabe, Finn Wittrock, Emma Roberts’ı bulundururken bu isimlerin yanı sıra Steive Nicks, Lady Gaga, Neil Patrick Harris, Adam Levine ve Naomi Campbell gibi isimleri konuk alıyor. Halihazırda lanetli bir evde geçen Murder House, Katolik Kilisesi’ne bağlı çağdışı bir akıl hastanesini konu alan Asylum, Salem cadıları ve büyücülük tarihini irdeleyen Coven, fiziksel anomalilerden oluşan bir sirki işleyen Freak Show, esrarengiz geçmişiyle dikkat çeken bir oteli anlatan Hotel, kayıp bir koloninin izini süren paranormal belgesel niteliğindeki Roanoke, Amerikan seçimlerinin etkilerini yansıtan Cult, kıyamet sonrası dünyayı ele alan crossover sezon Apocalypse ve bir yaz kampında teen-slasher filmi esintileri taşıyan 1984 adlı 9 sezonu bulunan, 98 Emmy adaylığı kazanan dizinin 13 sezonluk onayı bulunuyor.
ASYLUM
“Unutma, kötülüğün yüzüne bakarsan, kötülük de sana bakacaktır.”
Serinin beğeni toplayan ilk sezonu Murder House’ın ardından dizinin dramatik dönüşüne şahitlik eden Asylum, izleyicilerin beklentilerini karşılamakla kalmıyor; ürpertici atmosferi, göz dolduran performansları ve barındırdığı doğaüstü unsurlar ile dizinin en etkileyici sezonlarından biri olma özelliği taşıyor.
Jessica Lange, Sarah Paulson ve Evan Peters’ın başrollerinde yer aldığı, kadrosunda Lily Rabe, Zachary Quinto, James Cromwell ve Joseph Fiennes’ın bulunduğu sezon; 60’lı yıllarda Katolik Kilisesi tarafından işletilen Briarcliff Manor Akıl Hastanesi merkezinde, işlediği seri katiller, uzaylılar, egzorsizm, Nazi doktorları gibi unsurlarla çok boyutlu hikayesini akıllıca dokuyarak yaptığı ters köşeleriyle tatmin edici şekilde sunuyor.
Briarcliff Manor’daki hastaları ve çalışanlarını konu alan Asylum, ırklararası evliliğin yasa dışı olduğu bir dönemde siyahi bir kadınla evli olan Kit Walker’ın [Evan Peters] uzaylılar tarafından ziyaret edilişinden sonra eşinin ortadan kaybolması sonucu cinayetten sorumlu tutularak "Bloody Face" adlı bir seri katil olmakla suçlanması ve sanatoryuma hapsedilmesiyle başlıyor. Bu durum, büyük çıkışı için hikâye bulmak isteyen hırslı lezbiyen gazeteci Lana Winters'ın [Sarah Paulson] ilgisini çekiyor ve çalışmaları için mikrosefalik Pepper [Naomi Grossman], nemfoman Shelley [Chloe Sevigny] gibi hastaların bulunduğu Briarcliff'e gidiyor. Bir seri katil olduğuna inanılan Kit, psikiyatrist Oliver Thredson [Zachary Quinto] ve sadist Dr. Arthur Arden'ın [James Cromwell] dikkatini çekiyor. Ancak enstitüde haksız yere tutulan tek kişi Kit değil. Briarcliff'teki operasyonların arkasındaki isimlerden Rahibe Jude [Jessica Lange] ve yardımcısı Rahibe Mary Eunice [Lily Rabe] tarafından kuruma kapatılan Lana karakteri, Murder House’taki küçük rolünden sonra Paulson’a dizinin herhangi bir sezonunda canlandırdığı en etkin karakteri oynama fırsatı sunuyor. Briarcliff'te kaldığı süre boyunca eşcinsel kimliği yüzünden “dönüşüm terapisi”ne maruz kalan ve sonrasında gerçek Bloody Face’in pençesine düşen karakterin hikayesini cesurca aktarıyor Paulson. Performansının gelecek sezonlarda da ana kadroda yer edinmesini sağladığı aşikâr.
Katolik Kilisesi'nin temellerine eleştirel bir perspektifle yaklaşan sezonun bir diğer unsurunu oluşturan Naziler ve insanlar üzerinde yaptıkları deneyleri, hikâyeye Anna Frank’in dahil oluşuyla derinlik kazanıyor. 40'lı yılların savaş dönemi Avrupasının tasvirinde, canlandırdığı Nazi doktoru Arthur Arden rolüyle Emmy ödülü sahibi olan Cromwell’in usta oyunculuğu dikkate değer.
Asylum, Amerikan tarihinde modern toplumun yalnızca birkaç on yılda ne kadar ilerlediğini hatırlatan bir sosyal evrime ışık tutarken A Clockwork Orange, The Texas Chainsaw Massacre, One Flew Over The Cuckoo's Nest, The Exorcist gibi kült filmlere de referanslarda bulunuyor. Farklı korku elementlerini barındıran sezon, American Horror Story evrenini bilim kurgu korku alt türüyle tanıştırarak halefi olduğu Murder House’ın işlediği hayalet hikayeleri ve aile dramasına uzaylı yaşam biçimlerini dahil ediyor.
Daha koyu bir tonu kucaklayan sezon, toplum nezdinde tabu sayılabilecek konuları çarpıcı bir olay örgüsünde ele alarak korku türünün birincil rolü olan insanlığın “karanlık” tarafıyla yüzleşmesini kusursuz bir şekilde gerçekleştiriyor. Bastırılmış cinsellik, kadınların aktifliği, toplumsal cinsiyet baskısı, akıl sağlığı gibi konuları dengeli bir şekilde anlatıyor.
Gelecek sezonlarda da pek çok örneği bulunan prostetik makyaj kullanımı, serinin Freak Show (4.) sezonunda da yer alan mikrosefalik karakter Pepper’ın yaratım sürecinde başarıyla uygulanıyor. Uzaylıların tasarımındaysa kısa da olsa kalıcı bir etki sağlanıyor. Makyaj ve görsel efekt departmanları sanat yönetimi açısından parlayan tek ışık değiller. Asylum'un set tasarımı serinin Coven, Hotel, Roanoke ve Apocalypse sezonlarına da ilham veriyor. Briarcliff’in lobisi ve döner merdivenlerine bakıldığında bu tasarımın düzenli olarak birden fazla sezonda tekrarlandığı görülebilir.
Ian McShane'ın canlandırdığı Leigh Emerson gibi küçük rollerin sezonun genel paletine dramatik renkler kattığı sezon, Jessica Lange’in mükemmel performansına Lily Rabe, Zachary Quinto gibi isimlerin eşlik etmesiyle dizinin iniş çıkışları olsa da asla hayal kırıklığı yaratmadığı bir yönü olan doğru kast seçimindeki başarısını bir kez daha gözler önüne seriyor ve toplumsal modernizasyonun zamanın değişen dünya görüşüyle ilişkisini irdeleyerek antoloji programlarının meşruiyetini kanıtlıyor.
HOTEL
"Kapının ardında kim olduğunu hiçbir zaman bilemezsin.”
Bu düşünce üzerine yola çıkıyor sezon. Kaçmak, kaybolmak, anonim olmak için otellere gelen apayrı dünyalara sahip insanlar; kapanan kapılar ve kapalı kapılar ardında yaşanan dünyanın görmesinin istenmediği sırlar, arzular, fetişler, rüyalar… Bu odada daha önce kim vardı? O koltukta daha önce kim oturuyordu? Senden sonra kim oturacak? Sen kimsesin. Sadece bir sayı…
Serinin önceki dört sezonunun merkezinde konumlanan Jessica Lange'in kadrosunda yer almadığı ilk sezon niteliğindeki Hotel, odağına Lady Gaga’nın canlandırdığı The Countess (Elizabeth Johson) karakterini alıyor. Lange’in dizideki ağırlığı ve performansı düşünüldüğünde eksikliğinin yarattığı etkiyi en aza indirmek adına Gaga’nın cazibesinden yararlanma yoluna gidildiği aşikâr. Ancak kadrosunda Coven (3. sezon) ile dizi evrenine katılan doğru cast seçimlerinden usta isimler Kathy Bates ve Angela Bassett’in yanı sıra; Freak Show’da (4. sezon) göz dolduran Finn Wittrock’un ve geçmiş sezonlarda yer alan Evan Peters, Sarah Paulson, Denis O'Hare, Matt Bomer, Chloë Sevigny, Wes Bentley gibi isimlerin yer aldığı sezon, performans bakımından yeterliliğini korumaya devam ediyor.
“Bu binanın sinek ası kadar siyah bir kalbi var ve burada uyuyorsunuz.” Cinayet masası dedektifi John Lowe’ın [Wes Bentley] Los Angeles'ta On Emir'den alıntılar yaparak cinayetler işleyen bir seri katilin (Ten Commandments Killer) peşine düşerek yolunun zamanın meşhur otellerinden Hotel Cortez'e düşmesi ile başlıyor hikâye. Cortez yaşayan, nefes alan bir canavar. Cortez, parçası olduğumuz, aynı zamanda korktuğumuz şeylerin kendisi. Cortez aslında biziz.
Gizemli art deco tasarımıyla göz kamaştıran, ölü ya da diri sahipleri ve birçok konuğu için kalıcı bir ev haline gelen, sezonun kalbi durumundaki Hotel Cortez’in mimarisi başlı başına konuşulmaya değer. Lobiye girildiği anda dikkati çeken ilk unsurlar aydınlatma armatürleri ve avizeler ile ana asansörün üzerinde başlayan ızgarada bulunan otelin adaşı konkistador Hernán Cortés'e ait bir tasvir oluyor. Duvarlardaki ayrıntılı oymalar da dahil olmak üzere İspanyol etkisine atıfta bulunan yapının mimarisi, Aztek kültürünün sembolleriyle birleşerek kolonizasyon dönemine sanatsal bir eleştiride bulunuyor.
1920'lerde inşa edildiğinden beri otelin sahibi olan 112 yaşındaki Countess [Lady Gaga]; hiç yaşlanmayan, insanların kanını içerek güzelliğini koruyan ancak geçmişteki kocası ve şimdilerde tehlikeli bir hayalet olan James Patrick March [Evan Peters] ile sorunlar yaşayan, soğuk bakışları ve umursamaz tavırlarının altında geçmişine indikçe derinleşen hikayesi ile sezonun sağlam yazılmış karakterlerinden. Hotel, klişeleşmiş vampir algısının dışına çıkarak “antik kan virüsü” şeklinde tanımladığı bu durumu kendine özgü stilize mekanlara, zarafete, gizli geçitlere, labirent koridorlara ve Cortez'in gizli odalarında tutarlı bir zemine oturtmayı başarıyor. Parçalanmış cesetler de dahil olmak üzere!
Canlandırdığı Countess rolü ile kazandığı Altın Küre’yi hak ettiğini karakter derinleştikçe karşınızda artık pop yıldızı Gaga’yı görmediğinizi fark edişinizle anlıyorsunuz. Bu başarıda ilgi çekici korku hikayelerinin anlatımında kullandığı yenilikçi kostümleriyle bilinen diziye, Hotel’le ürkütücü bir cazibe ve gizemli bir karanlık katan kostüm ekibinin vizyonunun payı büyük. Önceki sezonların aksine, ana oyuncu kadrosunu giydirmek için çeşitli dönemleri harmanlayan sezon; onlarca yıllık büyüleyici modadan ilham alarak Countess’in ve Mr. March'ın 40'lardaki silüetlerinden, Liz Taylor'ın [Denis O'Hare] elmas taklidi kaplı 70'lerin kaftanlarına kadar geniş bir yelpazede görsel şölen sunuyor.
Özellikle Asylum (2. Sezon) ile sosyal kaygılara ve dışlanmışlıklara cesur yaklaşımı nedeniyle övgüler almaya başlayan American Horror Story, toplumdan dışlanmış bireylerin içinde bulundukları olumsuz durumu uzun zamandır inceliyor. Hotel, Cortez'in uzun süreli sakinleri arasında Hypodermic Sally [Sarah Paulson] lakaplı bir uyuşturucu bağımlısı, trans barmen Liz Taylor, Countess’in önceki sevgilisi eski büyük film yıldızı Ramona Royale [Angela Bassett] ve şu anki sevgilisi Donovan’a [Matt Bomer] yer vererek bu geleneğini sürdürüyor. Öte yandan sezonun antagonistlerinden On Emir Katili’nin hikayesini sosyal yorumlamalar ve ilgili metaforlarla harmanlayarak sezon jeneriğinde de karşımıza çıkan İncil referansları üzerinden dinin modern dünyadaki yerini sorguluyor.
Özetle zaman zaman bağlantı kurduğu geçmiş AHS sezonlarına kıyasla karanlık bir yapıdaki Hotel,The Shining, Daughters of Darkness, Se7en,Village Of The Damned gibi filmleri kendibe referans alırken Mr. March’ın Jeffrey Dahmer, Richard Ramirez, Aileen Wuornos gibi seri katillerin katılımıyladüzenlediği Devil’s Night yemeği ve Countess’in Rudolph Valentino [Finn Wittrock], Natacha Rambova [Alexandra Daddario] gibi tarihi figürlerle kurduğu ilişkilerini hikâyesine katıyor. Tarih sayfalarıyla bir araya getirdiği kurguyu estetik bir anlatıda izleyiciye sunarken popüler kültürün incelemesini yapıyor.
CULT
“Bu dünyada aşağılanmış bir erkekten daha tehlikeli bir şey var: Öfkeli bir kadın.”
Başrollerini Sarah Paulson ve Evan Peters’ın paylaştığı, kadrosunda Adina Porter, Cheyenne Jackson, Alison Pill ve Billie Lourd’un bulunduğu, American Horror Story’nin doğaüstü unsurlar barındırmayan tek sezonu niteliğindeki Cult; 2016 Amerikan başkanlık seçimi üzerinden kullandığı politik hiciv dili ve korkunun psikolojik yönüne dair yaptığı derinlemesine dalış ile dizinin sert tonunu vurguluyor. “Gerçek” antagonistleri kullanarak izleyicileri normalliğe duyulan güvene karşı uyaran anlatı, modern çağda insanların içgüdüsel fobilerine ve güvensizliklerine odaklanarak eleştirel düşünce eksikliğinin inanç üzerine etkilerini ortaya koyuyor.
Sezon 2016 ABD başkanlık seçiminin etkileri ekseninde, merkezini çok fazla öfkeye ve az sayıda meşru şikâyete sahip olan genç Kai Anderson [Evan Peters] ve palyaço maskeli anonim müritlerinin bir dizi cinayet işleyerek toplumsal histeriyi uyandırmayı, dehşete düşmüş bir halk üzerinden siyasal güce erişmeyi amaçlaması ve bu kült tarafından terörize edilen Ally Mayfair-Richards’ın [Sarah Paulson] yaşadıkları üzerine kuruyor.
Bir Michigan banliyösünde karısı Ivy [Alison Pill] ve küçük oğlu Oz ile hayatını sürdüren Ally’ningeçmişte sahip olduğu başta anksiyete olmak üzere koulrofobi (palyaço fobisi), tripofobi (delik fobisi),hemofobi (kan fobisi) gibi korkuları ve çekingeleri, Donald Trump’ın seçimi kazanmasıyla yaşadığı şok sonucu tetiklenir. Korkuları manipüle etme konusunda uzman, tehlikeli bir genç adam olan Kai liderliğindeki acımasız bir palyaço tarikatıyla yolunun kesişmesi üzerine hikayemiz başlar.
Halkın korkuları ve politikada karşıt tarafların bakış açıları Cult’ın ana temasını oluştursa da Ally sezonun tek mağduru konumunda değil. Örneğin Ally’nin psikiyatristi Dr. Rudy Vincent’ın [Cheyenne Jackson] temas halinde olduğu klostrofobik (kapalı alan fobisi) bir kadın, Kai'nin tarikatının durumu öğrenmesi üzerine kocasıyla canlı halde tabutlara kilitleniyor. Zaman zaman rahatsız edici derecede inandırıcı bir olay örgüsü sunan hikâye, yaptığı ters köşelerle olay örgüsünü canlı tutmayı başarıyor. Tarikatın kurbanlarından Mayfair-Richards ailesinde Ivy’nin tarikatın bir üyesi olması gibi!
Kendi tarikatını oluşturmak için başkanlık seçimlerinden yararlanarak etrafındakilerin umutsuzluğunu ve yaralarını manipüle eden Kai, Peters'ın dizide canlandırdığı en karanlık karakter. Başlattığı hareketi ulusal hale getirmeye çalışan Kai’nin yolculuğunda her birini Peters’ın canlandırdığı Jim Jones, Charles Manson ve David Koresh gibi tarikat liderleri karşımıza çıkıyor.
Geçmiş sezonların aksine kostüm ve mekân kullanımı sınırlı olmasına karşın tarikat üyelerinin kullandığı, her birinin altındaki üyenin kimliğini işaret edenfarklı kalıplardaki maskeler ve kostümler sezona derinlik katıyor. Bir Clinton destekçisi ve Trump karşıtı olan Ivy’nin kullandığı yarı eşek yarı fil maskesi ve kırmızı, beyaz, mavi tonlarıyla Amerika'nın siyasal kutuplaşmasına dikkat çeken yapboz maskesi gibi.
Dizinin diğer sezonlarından işlediği korku temasını insan kırılganlıklarının oluşturmasıyla ayrışan Cult, bütünüyle tarihe bakmak yerine bugüne odaklanıyor ve seçim sonrası toplumu etkileyen gerçek hayattaki korkuları hedef alarak geçmiş sezonlara göre daha politik bir viraj alıyor. Ancak her ne kadar Amerikan başkanlık seçiminin sonrasına ilişkin sosyal ve politik yorumlarda bulunsa da Andy Warhol, Valerie Solanas [Lena Dunham] gibi tarihi figürlerin olay örgüsüne katılış biçimi zaman zaman anlatıda kopukluklara sebebiyet veriyor.
Finalde Ally, geçirdiği dönüşüm sonucu sezonun ana kadrosunda hayatta kalan tek kişi olarak Kai’nin hedeflediği senato koltuğunu kazanıyor. Bu durum karakterle empati kurulduğunda bir zafer gibi görünse de Kai'nin yaratmak istediği düzenden ve körüklemek istediği feminizm nefretinden farklı olarak mevcut düzende "kadınları onların yerinde konumlandırmak" şeklinde bir çıkmaz oluşturuyor.
Paulson ve Peters’ın etkili performansları ve ortalarına doğru hareketlenen temposu ile yüksek seyir zevkine sahip olan Cult, anlatısını çocuk yetiştiren lezbiyen bir çift üzerinden kuruşuyla temsiliyet açısından önem arz etse de oyuncu kadrosunda Adina Porter haricindeki isimlerin beyazlardan oluşması ile Trump Amerikasındaki birçok insanın hissettiği endişeyi yansıtırken yetersiz kalabiliyor.
Comments