Çaykovski’nin Karısı filminin senaryosu, poetik görselleri ve çekimleri hakkındaki yorumlarıma geçmeden önce Kirill Serebrennikov’un Rusya’daki ve sanat hayatındaki duruşu ile ilgili kısa bir bilgi vermek istiyorum çünkü her şeyden öte sanata olan tutkusu beni oldukça etkiledi. Serebrennikov film ve reklam filmi yönetmenliğinin yanı sıra tiyatro yönetmeliği de yapmaktadır. 2012 yılından bu zamana Rusya’nın önde gelen tiyatro sahnelerinden Gogol Tiyatrosu’nun yani şimdiki adıyla Gogol Center’ın sanat yönetmenliğini üstlenmektedir. Fakat 2017 yılında başkanlığını yaptığı kültür kurumu Seventh Studio’ya açılan devlet fonlarını zimmete geçirme davası sebebiyle iki yıllık ev hapsine mahkum edilmiştir. Serebrennikov’un çektiği filmlerdeki ve Gogol Center için seçtiği oyunlardaki politik tutumu sebebiyle Putin hükümetini rahatsız ettiğiyse bir gerçektir. Bu iki yıllık süre boyunca üretmeye devam eden Serebrennikov, 2019’da çalışmalarına başladığı 2021’de yayınlanan Petrov Grip Oldu filmini mahkum olduğu sürede yönetmeyi başarmıştır. Gogol Center’da yaptığı yenilikçi değişimlerle ve filmlerinde Rusya toplumunu irdelemesiyle Kirill Serebrennikov’un, kendine has teatral bir sinema anlayışını da eklediğimizde oldukça dikkat çekici bir sanatçı olduğunu söyleyebilirim.
Çaykovski’nin Karısı filmi temelinde 19. yüzyılın pek çok tabakasına bakmamıza olanak sağlıyor. Tabii ki de dönemin şartları gereği kadınların adı yok. Oy kullanamayan, kocalarıyla varlıkları ispatlanan kişiler olarak görülüyorlar. Tchaikovsky ile bir ortamda rastlaşan Antonina Miliukova, görür görmez Tchaikovsky’ye aşık olur. Müzisyen olmak isteyen Antonina, Tchaikovsky ile tanıştığında ondan ilk duyduğu cümle, şakacı bir üslupla, konservatuar sevdasını bırakıp evlenmesi gerektiğidir. Temiz yürekli, dindar ve saf kahramanımız Antonina Miliukova, pek de iyi sinyaller vermeyen bu adamla bir ömür geçirmek istediğine o an karar verir. Filmin devamında Miliukova’nın istikrarlı bir şekilde evlenmek istediği adamın peşinden ne olursa olsun gitmesini izliyoruz. Antonina’nın beslediği yoğun duygu romantik olmaktan çok korkutucu bir yana sahiptir. Tabii ki onun gözünden bakıldığında mükemmel bir erkek onunla evlenmeyi kabul etmiştir ve o artık hem tanrının hem de toplumun gözünde tamamlanmış bir kadındır. Tchaikovsky’nin hiçbir kadını beğenmediğinden bahsetmesi hatta dostça bir sevgiyi kabul ederse onunla evleneceğini söylemesi beni oldukça yaralamıştı fakat Antonina Miliukova için aynı şeyi söyleyemeyiz. O bu ihtimalin heyecanıyla yanıp tutuştuğundan gerçekleri görmez ya da görmek istemez.
Filmin psikolojik bir anlatıya dönüşmesiyle izleyiciler Antonina’nın iç dünyasının yalınlıktan yalnızlığa evrilen portrelerini izlemeye başlar. Ne olursa olsun Miliukova’ya histerik ve takıntılı bir kadın demek istemiyorum. Antonina elinde maddi ve manevi imkânlar olsa konservatuarı bitirip iyi yerlere gelebilecek bir piyano virtüözü. Ailesindeki güçlü ebeveyn figürü eksikliği, annesinin ezici tutumu ve 19. yüzyılın ortasında daha kendini keşfedememişken aşkının peşinden gitmeye çalışan bir kadın olmak oldukça zor olsa gerek.
Bakıldığı zaman bu itilmiş yalnız hayatın içinde cebelleşen Miliukova’nın yanında olan tek şey ise Tanrı. Onun buyruklarına göre hareket etmek ve ona layık olmak isteyen Antonina, aşık olup evlenmeli ve kendini tamamlamalıydı. Aşkın bazen kör ve sağır edici olmasını Antonina’nın saf duygularında görebiliyoruz. Tchaikovsky’nin toplumdaki yerini koruma uğruna hakkındaki iddiaları yalanlamak için sahte evlilik yapması beni bir noktada çok sinirlendirirken bir yandan da yine toplumun zorunlu koştuğu normları sorgulattı. Yine de filmde, toplum tarafından ünlü besteciye yöneltilen herhangi negatif bir söz ya da davranışın gösterilmemesi Miliukova’ya olabildiğince empati duymamız için yapıldı diye düşündüm. Her şeye rağmen bu doğru yanlış ikileminde, aşkına karşılık bulamayan ve ihtimallerin heyecanından sonunda akıl sağlığından olan Antonina Miliukova’yı kayırmayı ve onu sevgiyle sarıp sarmalamayı seçiyorum.
Filmde aslında oldukça kendini belli eden sembolik sahneler mevcut. En göz önünde olan ise Miliukova ve Tchaikovsky’nin kilisedeki düğünleriydi. Oldukça küçük işaretlerle aslında Antonina’nın yanında, onu koruyup kollamaya çalışan Tanrı’nın varlığını görebiliyoruz. Yüzüğün parmağına zar zor girmesi ve mumun elinde sönmesi gibi küçük semboller, Tanrı’nın evindeyken meydana gelmiş, genç kadına işaretlerini göstermişti. Erkek figürünün hayatında eksik olması yine Antonina’nın hayatına sanrılar olarak yansımıştır. Onu sokaklarda arayan erkekler, onun için soyunan ve onu arzulayan erkekler Antonina’nın parçalanmaya yüz tutmuş zihninin çatlaklarında dolaşmaktadır. Serebrennikov’un tiyatro geleneğinden kaynaklı güçlü sahneler yarattığını düşünüyorum. Özellikle de kapalı alanlardaki pek çok yansımayı kullanarak dar alanda bize alan açmaya çalışmasını, yine tiyatro sahnesini elverişli bir hâle dönüştürmesinden kaynaklandığına inanıyorum. Antonina Miliukova’nın artık parçalanmış zihnini sonlara doğru modern dansla icra etmesi yine Serebrennikov’un sanatın birçok dalının anlatıyı güçlendirmek adına kullanılabileceğini göstermek istemesinden kaynaklandığına inanıyorum.
Genel olarak filmin odaklandığı dönemin acısını içselleştirmesi ve aydınlık bir sabahta okunan kasvetli şiir havası, dönem filmi sevenler için tatmin edici olacaktır. Tarihin sayfalarında parıldayan insanların oralara ulaşmak için, geride kalan sayfalara tortu olarak bıraktığı insanların, özellikle de kadınların hikâyelerine beyaz perdede yer verilmesi her zaman ilgimi çekmiştir. Bu sebeple de Çaykovski’nin Karısı’nın bestelerine hayran kaldığım bir dâhiye aslında sadece doğrudan, yanlıştan, etten ve de kemikten bir insan olarak bakmama sebep olduğu için memnunum. Keşke ilk önce kendine sonra da seni hak eden bir adama aşık olsaydın Antonina Ivanovna Tchaikovskaya.